1900´lü yılların başından beri iklim değişiklikleri ve yaratacağı krizler biliniyordu. Bu yıllar aynı zamanda uluslararası tekellerin ve kartellerin ortaya çıktığı yani kapitalizmin emperyalist aşamaya ulaştığı yıllardı. Bu yıllarda kapitalistler artık sadece kendi ülke pazarı için değil aynı zamanda dünya pazarı için de üretim yapmaya başlamıştı. Kapitalist tekeller sadece pazara mal üretmiyor; aynı zamanda çevre kirliliği de üretip çevre felaketlerine de sebep oluyordu. Kapitalist tekeller bir taraftan işçilerin emeğini sömürerek sermaye birikimi sağlarken diğer taraftan yoksulluk üretiyor. Kapitalizmin yol arkadaşlığına ekonomik krizler ve yoksulluğun yanında bir de çevre
felaketleri ekleniyordu.
Bilimin ortaya koyduğu somut delillere karşın devletler iklim değişikliği konusunda uzun bir süre hiç hareket etmediler. Daha sonra da ya ağırdan aldılar ya da iş yapıyor görüntüsü verdiler. Dünyanın havası, suyu ve toprağı her gün kirlenirken, bilimin ve çevreye duyarlı bir çok kesimin bu konuda tartışmaları varken dünya onlarca yıl boşuna bekledi. İlk olarak 1979 yılında birinci iklim konferansı düzenlendi. Bu kadar hareketsiz dönemin ardından atılan adımlar yavaşladı 1992 de BM İklim Değişikliği Çevre sözleşmesi, 1997 yılında Kyoto Protokolu karara bağlandı.
Temelde fosil yakıtların tüketilmesiyle ortaya çıkan, başta karbondioksit olmak üzere sera gazlarının atmosferde birikimi ile oluşan sera etkisine iklim değişikliği deniyor. Bir yanma sonucu oluşan karbondioksit, çürüme ya da gaz kaçağı ile atmosfere karışan metan vb sera gazlarının birikimi tüketilecek ya da bertaraf edilecek kapasiteyi aşınca atmosferde birikiyor. Bunun uc örneği asfalt ve betondur. Çimento üretimi için fosil yakıtlar kullanılır. Bu, üretim aşamasında bile iklim değişikliğine katkı sunar. Sonra beton elde edilir. Beton döküleceği topraktaki organik yaşam yok edilerek yapının temeli dökülür. Çimento üretimi her yıl sabit olsa bile her yıl artan beton yüzey, bir şekilde organik toprak yüzeyini yok ederek azaltır. Bu da daha fazla iklim değişikliği ve daha az karbon yutan atmosfer anlamına gelir. Çimento, para ve diğer emek ürünleri gibi devri daime girmez. Yani parayı her hangi bir ürüne ürünü de tekrar paraya çevirebilirsiniz. Ama Çimento diğer emek ürünleri gibi değildir. Döküldüğü yerde kalıcı bir felaket sağlayan ürüne dönüşür. Türkiye 2018 yılı itibariyle 80 milyon ton çimento üretip 180 milyon ton hazır beton elde etti. Türkiye´nin 2018 yılında ürettiği meyve, sebze, tahıl gibi bütün tarımsal ürünlerin üretimi ise 117 milyon tondu. Tarımsal ürünler yıl içinde tüketilir; ertesi yıla pek kalmaz; ya da salça, makarna, turşu, salamura vb ürünlere dönüşerek ömrünü biraz uzatabilir. Ama betonda durum böyle olmaz. Dökülen beton her yıl birikerek organik toprakları işgal eder.
2002-2018 yılları arası Türkiye´de halkın cebinden fosil yakıt ithalatı için çıkan para 606 milyar dolar. Ayni miktarda devlete vergi olarak verildi. Bunun karşılığında 90´ların 12.5 katı iklim felaketini 2018´de yaşadık. Kişi başına 250 kilogram buğday üretilen ülkemizde kişi başına bir ton çimento, bir ton asfalt üretilerek 6.6 ton sera gazı atmosfere salındı.