Mustafa AKYÜREK


Kenya kokulu 5 çayı

Mustafa AKYÜREK


Birinci Dünya Savaşından çok önceleri İngiliz eli değmiş, Afrika topraklarına.

Beyaz Adam boş durmamış; fabrikaların makine kasnaklarını siyah derili insanların terleriyle yağlamış, yorgunluğunu 5 Çayı ile gidermiş.
İnce belli bardaklar dudaklarımızı ıslatmazdan önce, (1940´lardan sonra çayla tanışmışız) Lawrenceler ayak basmış, kimi tropikal coğrafyalara.
Ne var ki, Kenya´nın insanı yoksul, iklimi güzel mi güzel. Yüksek alanlara neredeyse her gün yağmur düşer. Buralar çay filizleri için biçilmiş kaftandır.
Sömürgecilik söz konusu olunca da “su küçüğün söz büyüğün” özdeyişi Beyaz´ın iştahını kabartır, gözünü açar. Çay fideleri dikilir kırmızı toprağın bağrına.
1800´lerin sonlarına doğru bağımsızlığını kazanır Kenya. Nasıl bir bağımsızlıksa bu!
Sınırlar cetvelle çizilir, semiz kuklalar işbaşına getirilir. Çıplak ayaklılar anlamazlar olup bitenleri. Çünkü, onlar aç, derileri siyah ve dişleri beyazdır.
Bu arada kraliçelerin, kralların, leydilerin ve düklerin sofralarını süsler, 5 çayları…Pastalar, kekler ve porselen fincanlar ikindi serinliğinde beyaz tenlilere tanıklık eder.
Dile kolay… 70 uzun yıl, üç kuşak süren sömürgecilik dönemi, 1963 yılında sona erer.
Bu sefer kırbaç el değiştirir, kralcıların eline geçer. Uzaktan uzağa “Demoklesin Kılıcı” sallanır, Kenya halkı üzerinde.
Varsın böyle olsun. Buna da razıyız denilerek doğu Afrika Kıtası´nda günümüze değin Kenya bayrağı dalgalanır.
Kenya´da çekilen bir ‘çay´ belgeseli “Şark cephesinde değişen bir şey yok” diyor…
Yaklaşık 5 milyon kişinin çay endüstrisinde çalıştığı söyleniyor. Sömürge yönetiminden sonra yüksek alanlara çay ekildiğini, bir yığın insanın bu işten ekmek yediği söyleniyor.
Kenya´da yaşamını sürdüren Masai kabilesi bile hayvancılıktan vazgeçip çaycılığa terfi ettiği söylenir. Bu işletmelerde çalışanların eline günlük 1 sterlin geçermiş.
Çay işletmelerinde çalışan kadınlar da gözlemevi denilen işletme biriminde yöneticilerin, ırgatbaşlarının mezesi oluyorlarmış. Meze olmak istemeyenlerin şikayetleri hep duvarlara toslarmış!
Uganda´nın siyah derili yoksulları da çay işletmeciliği gibi uğraş alanlarında çalışırlarmış. Onların da ellerine günde yaklaşık 6-7 Türk Lirası geçermiş.
Şimdi, gelelim zurnanın zırt dediği deliğe…
Bilen bilir; 86´larda bir Çernobil patlaması olur Rusya´da. Radyasyon uzak-yakın yerleri zehirler. Başta Karadeniz´in çay bahçeleri, fındıkları, mısırları radyasyon dalgalarını yutarlar. O bölgede yaşayanların kimileri de kansere yakalanır; hayatını kaybedenler de olur. Bunlardan Kazım Koyuncu ‘Na Na Dido´ diye diye veda eder, hayata.
Çay söz konusu olunca zamanın bir devlet yetkilisi elinde ince belli bardağı kavrayarak dudaklarına götürür ve radyasyonlu çay olamayacağını söyler.
Radyasyonlu çay bir çırpıda paketlenip Lipton Yellow Label İngiliz markasıyla piyasaya sürülür ve soframızdaki yerini alır.
Şimdilerde kraliçe Elizabeth halka seslenerek güya virüs konusunda moral vermeye çalışıyor.
Prens Charles, başbakan Boris Johnson ve diğerleri karantinada.
Anlaşılan sürü bağışıklığı önermesi çözülememiş. Zira, onu ortaya atan Başbakan coronalı.
Yoksa, onlar 5 çayı yerine virüslü çay mı içtiler?