Sadullah ÇAĞLAR


KLASİK TÜRK MÜZİĞİNİN GELİŞİMİ

Sadullah ÇAĞLAR


 

Müzik, insan duygularını dışa vuran sesleniştir ve sevginin dilidir. Yaşadığı çağın en büyük bestekarı Beethoven, 9.senfonisini bestelediğinde kulakları duymuyordu. Ama en büyük eserini hisleriyle ortaya koydu.

İnsanlığın gelişmesiyle birlikte müzik de değişime uğramış ve gelişimine devam etmiştir. 1789 Fransız Devrimiyle birlikte başlayan değişim müzikte de karşılığını bulmuş ve Mozart, Chopin ve Vivaldi gibi müzik dehalarını ortaya çıkarmıştır.

Genelde Paris´te yaygınlaşan opera ile gelişen yeni müzik türü yaşanan konulara sahnede canlılık verdi. Mısır´da yaşanan Aida efsanesi ve Shakespeare´in eserleri operayı ve dolayısı ile çok sesli müziği etkiledi ve 18.yy´dan itibaren 20.yy´a kadar çok sesli müziğin yükseliş dönemi sürdü.

Süreç içinde Amerika´da caz müziği ezilen zenci kölelerin acılarından doğdu. Caz müziği aslında çarklı gemilerin gezdiği Mississippi nehrinin kıyılarındaki pamuk tarlalarında sabahın erken saatlerinden, gecenin karanlığına kadar çalışmak zorunda kalan zencilerin acı dolu haykırışlarıdır.

Peki Batı dünyasında müzik bu merhaleleri yaşarken Doğuda durum nedir?

Osmanlı döneminde genelde saray müziği hakimdi. Müziğe değer veriliyordu. Güzel kadınların yaşadığı sarayda onlara yönelik besteler yapılırdı. Sanatsever ve yenilikçi Padişah olan 3.Selim´in şarkı güfteleri ve besteleri vardı. Saraya yakın olan bestekar Sadullah Ağa´nın eserleri oldukça ilgi görüyordu.

Osmanlı döneminden günümüze kadar önemli bestekarlar eserleri ile günümüzde hala yaşamaya devam ediyorlar. Örneğin Hafız Post´un Gelse O Şuh Meclise, ya da Hacı Arif Bey´in Olmaz ilaç Sine-i Sat Pareme eserleri, Müzeyyen Senar´ın o hüzünlü sesinden plağa kaydedilerek günümüzde yaşıyor. Müzeyyen Senar´ın sesi soprano Maria Callas´ın sesini aşan bir duygu selidir.

1930-50 yıllarında Türkiye´de gerçekleşen dil devrimiyle birlikte Klasik Türk Müziği büyük bir gelişme içine girdi. Bu süreçte Klasik Türk Müziği yeni bestekarlar kazandı. Bunların içinde Sadettin Kaynak, Selahattin Pınar, Şerif İçli ve Şükrü Tunar ilk aklımıza gelenler. Sadettin Kaynak kendini oldukça geliştirdi. Müzik eğitimini medreselerde alan Kaynak, çağdaş müzik akımını kendine rehber edindi. Sonraları Mısır´a giden Kaynak müzik çalışmalarına bir süre orda devam etti. Yurda döndükten sonra, Cumhuriyet´in dilde arınma akımını kendine görev sayan Sadettin Kaynak bu yolda çok kıymetli eserler verdi

Doğu müziği ile Türk müziğini sentezleyen Kaynak, 1940-50 döneminde pek çok Mısır filmine besteler yaptı. Örneğin Leyla ile Mecnun filminin unutulmaz şarkısı Leyla Bir Özge Candır, Sadettin Kaynak tarafından yazılmış ve bestelenmiştir.

İstanbul´da bir gün Sadettin Kaynak´ın da bulunduğu bir kokteylde Müzeyyen Senar´dan bir şarkı söylemesi istenir. Senar da “Müziği Kaynak yönetirse okurum” der. Büyük usta Kaynak; “Eserlerime hayat veren sese eşlik etmek benim için onurdur”. Bu büyük bestekarın son eseri olan ‘Bir rüzgardır gelir geçer sanmıştım, Meğer başımda esen kasırgaymış sevgilim´ adlı eseri hala hafızalarımızda.

Acaba insan duygularını bu kadar içten işleyen bir aşk hüznünü hangi sanatçı söze dökebilir? Bilim insanları; ‘Sevmek inanmaktır´ der. Bazen insan kalbine yenik düşer, doğulu insanlar batıya göre daha duygu doludur. Neden derseniz; sanayileşme batı toplumunu duygusallıktan kopardı.

Orada büyük aşklar dönemi kapandı. Amerika´da artık Bing Crosby, Not King Cole ve Frank Sinatra gibi altın sesli romantik sanatçılar yoktur. Bu büyük sanatçıları, büyük aşkların yaşandığı dönem yaratmıştı.

1930-50 yıllarının Klasik Türk Müziğinde unutulmaz sesi Münir Nurettin Selçuk´tur. 1950 yılına geldiğimizde bu büyük ses unutulmaya başlandı. Bir opera sanatçısı kadar geniş sese ve nefese sahip üstad Münir Nurettin Selçuk, doğu müziği ile batı müziğini birleştirerek sentezledi, tıpkı Mısırlı sanatçı Muhammed Abdülvahap gibi. Ayrıca ilk defa smokin giyen ve ayakta şarkı okumaya başlayan Münir Nurettin Selçuk´tur.

Münir Nurettin eserlerinin bir kısmını piyano eşliğinde okuyarak TSM´ye farklı bir yorum getirmiştir. Unutulmaz besteleri arasında ‘Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış´tan´, ayrıca Yahya Kemal´in ‘Dönülmez akşamın ufkundayız´ gibi çok sevilen şarkı sözlerini besteledi.

Bu büyük sanatçı son derece kişilik sahibi idi. Şöhret olduğu yıllarda Mısır´da ve pek çok ülkede konserler verdi. Klasik filmlerde oynadı, özellikle Türkiye güzeli Feriha Teyfik´le oynadığı film büyük ilgi çekti. Ayrıca senaryosunu Nazım Hikmet´in yazdığı müzikal Kahveci Güzeli ve Üçüncü Selim´in Gözdesi gibi filmlerde oynadı.

Müzik eleştirmenleri onun için ‘ancak bir opera sanatçısında olabilecek sese sahip´ derler.

1952 yılında yeni bir ses olan Zeki Müren radyoda her Cumartesi saat 20.00 ‘de şarkılar okuyor. Dede Efendi´nin, İtri´nin, 3.Selim´in bestelerini arşivden çıkarıp yeniden hayat veriyor. Güzel Türkçesi ile ve duygu dolu sesiyle bu ölümsüz besteleri okuyan sanatçı istikbal vaat ediyordu.

Ancak süreç içinde toplumda başlayan arabesk yozlaşma ile birlikte Zeki Müren kendi kişiliğini ön plana çıkartma hatası yaptı ve sanatı bir yana bıraktı. Böyle olunca karşımıza bir gün modacı olarak, bir gün sinema ve tiyatro sanatçısı olarak çıkıyordu. Sonuçta sanatını unutarak yaşarken kayboldu ve unutuldu.

Oysa Zeki Müren, Klasik Türk Müziğine yeni bir ekol getirdi. Kırık Plak adlı kendi bestesi olan hüzünlü nağmeler adeta bir senfoni kadar mükemmeldir.

1950´li yıllara damgasını vuran bir diğer sanatçı tangolar okuyan Şecaattin Tanyerli´dir. Onun mükemmel sesiyle söylediği ‘Sevdim bir genç kadını´ ve ‘Sana nerden gönül verdim´ gibi eserleri insan yaşamına sevgi katardı.

Müzik evrenseldir, tüm dünya müziği sonuçta ölümsüz aşkları anlatır. Mesela büyük tenor Pavarotti, tüm insanlığın ortak sanatçısıdır. Mısırlı sanatçı Muhammed Abdülvahap yaptığı Nil´in Kraliçesi Kleopatra bestesi ile doğu kültürünü evrimleştirdi.

İnsanoğlu dünya müziğini hedeflediği zaman kendi öz kültürünü yansıtan müziği öne koymalıdır.