Mustafa AKYÜREK


KÜÇÜK YAĞIZ

Mustafa AKYÜREK


  Sanırım 3-4 yaşlarında bir çocuk… Saçlarının dalgalı, azıcık kıvrımlı duruşundan, teninin renginden seyrek de olsa bir yanının toprağa değdiğini, ellerinin güneş devşirdiğini anlıyoruz.

   İçten, katıksız bir ses… Ellerini iki yandan başına götürüyor, gözlerini birilerine çiviliyor ve diyeceğini çocuk içtenliğiyle dile getiriyor…

   “Virüs burada dolaşıyor,” diyerek gözlerini kısa bir süre yere mıhlıyor.

   Bu yetmez, başak rengine belenmiş ellerini yere vurup ve şakaklarını göstererek “köye gidemiyorum; sizin yüzünüzden, gidin looo!” derken çağın gerçeklerini yüzümüze, yüzünüze vuruyor.

   Düşünceleri dağınık ve gerçek… Ünlem hariç bütün noktalama işaretlerini bir başka bahara saklıyor.

   Sanki başı-sonu iç içe girmiş bir kompozisyon okunuyor. Aklına yeni gelmişçesine “öpmeyin birbirinizi, ben burada oturuyorum” diyerek evde kalmamız gerektiğini söylemeye çalışıyor.

   Yüzümüze, yüzünüze şamarlar iniyor, bir anda… şak, şak, şak…!

   Uzak duruyoruz çocuklardan. Onları kucağımıza alamıyor, öpemiyoruz, koklayamıyoruz. Yeltenmek istediğimizde kollarımız boşlukta kalıyor. Saçlarına dokunamıyoruz, gıdıklamıyoruz onları. Duyamıyoruz kahkahalarını, evimizin duvarlarına düşüyor kara gölgelerimiz.

   Parmaklarımız, parmaklarımız küt! Avuçlarımız zıypak mı zıypak.

   En önemlisi de arkadaşları yok onların. Oyun oynamıyor, düşmüyor, kalkmıyorlar.

   Apartman girişleri, okul yolu, “örtmenim” sesleri yok. Yok babam yok!

   Bundandır çocukların haykırışları, anne ve babalarının onlara bakıp bakıp efkarlanmaları.

   Bu ara çocukların dizleri çizilmiyor, üstleri kirlenmiyor. Beyaz yalanları da kalmamış, çocukların. “Travma Virüsleri” kazınıyordur beyinlerine, yürek çiziği çeteleler atılıyor göğüs kafeslerine.

   Uzun süredir korkularımızı saklayarak bekliyorduk ya… Korkulan başımıza geldi. Telefon, tablet, elektronik topaçlar ve sayılamayan nice yapay oyuncaklar ellerindeydi zaten.

   Avm´lerdeydi yapay çimler, plastik lunaparklar. Marketlerde ışıl ışıldı kokusuz çam ağaçları ve her yılbaşı öncesi görücüye çıkmış neon ışıkları.

   Ne diyelim…

   Donuk etleriniz, peynirleriniz, glikozlu şekerleme ve çikolatalarınız sizin olsun. Cipsleriniz derim, cipsleriniz çocuklarımızdan uzak, size yakın olsun.

   Çünkü, çünkü çocuklarımız karantinada.

   Beğendiniz mi bütün bunları? Şimdi buz gibi oturun!

   Her şeye karşın ayaktayız.

   Bendeniz konuştururken çocuğu kulağıma fısıldadı; pembe bir dünyaya yaptığı yolculuğu ve dedi ki;

   ……….

   “Bakkal amca

    Ne olur söyleme

    Söyleme anneme

 

    Ak ekmek yerine

    Üç doyumluk

    Oyun aldığımı”

                    (M.A)

 

   Sahi, ‘Bakkal Amca´yı iğdiş edenler, lunaparkları daracık alanlara tutsak eden siz değil miydiniz?

   Siz değil miydiniz oyunları küçücük ekranlara sığdıranlar?

   Bisiklet yoluna kaygan harçlar döken siz değil miydiniz?

   Ama çocuk bu; diyeceğini der…

   Hadi, “GİDİN LOOO!”                                                               05.04.2020 akyurek1956@hotmail.com