Sadullah ÇAĞLAR


KÜLLERİMİ BOĞAZIN MAVİ SULARINA GÖMÜN

Türkiye´de 1950 yılından beri politika üretmeyen sağcı yöneticiler bilgisizliğini iki konuya sığınarak toplumu yönetmek istemişled. Atütürkçülük ve Kıbrıs.


Türkiye´de 1950 yılından beri politika üretmeyen sağcı yöneticiler bilgisizliğini iki konuya sığınarak toplumu yönetmek istemişled. Atütürkçülük ve Kıbrıs.
Bilimi hedeflemeyen yapay liderler süreç içinde ülkeyi darbe rejimine götürdüler. 1950´de iktidar olan Bayar Meederes siyasal olarak ittihatçı pan islam düşünceye sahiptiler.
Hükümet oldukları zaman ilk işleri Türkçe ezanı Arapça´ya dönüştürdüler. Sonra 1951 tevkifatında tüm sisasi aydınları zindana mahkum ettiler. Vedat Türkali, Ruhi Su, Behice Boran, Mihri Belli eşi Sevim Belli daha yüzlerce aydın sanatçı Bayar-Menderes iktidarında tutuklanıp hapse atıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Aydın´da yaptığı konuşmada eski başbakan Adnan Menderes´i ´demokrasi kahramanı´ ilan edip 'Bizde onun yolundayız' diyor. Ilımlı islam cumhuriyetinin tohumlarını kim ekti? Adnan Menderes...
Atatürkçülük, Kıbrıs olayı tükenen politikacının politikadan kaçış alanı. Acaba neden 1950 sonrası Demokrat Parti iktidarında Kıbrıs konusu gündeme geldi. Onu inceleyelim. Yıl 1949, CHP hükümette, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı. Dönemin gazetecisi, dışişleri bakanı Necmettin Sadak´a soru yöneltir: 'Sayın Bakanım Kıbrıs konusunde ne düşünüyor sunuz?'´ o da 'Bizim misak-ı milli sınırlarımız çizilmiştir ona ilave edecek toprak talebimiz yoktur. Kıbrıs bizim ilgi alanımız değildir.'
1950 yılına kadar ülkede Kıbrıs´ın adını duyan yoktur.
Üstelik ikinci dünya savaşında, Tahran konferansında İngiliz Başbakanı Çorçil, ABD Başbakanı Rozvelt, Sovyet lideri Stalin 12 adaların Türkiye´ye verilmesi için öneri getirildi. Teklif red edildi. Öneri İngiliz dış işleri bakanı Antoni Edan tarafından yapıldı.
1950 sonrası ülkenin sorunlarını çözemeyen Menderes hükümeti, önce Atatürkçülüğü öne koydu. Onun fotoğrafları neden paraların üzerinden kaldırıldı? Mantıksız tartışmalardan sonra Kore savaşına giriş, arkasından Atlantik Paktı NATO´ya katılış.
Kimse bu paklara giriş nedenini bilmiyor.
Bir dönem geldi 1952 Kıbrıs mitingleri başladı 'Ya Taksim, ya ölüm.' Makaryos´un fotoğrafları yakılır ´Kıbrıs bizim canımız, Kıbrıs için ölmeye hazırız...´
Bu arada ekonomi tıkanmış, işsizlik başını almış gidiyor. Yiyecek maddelerine sürekli zam yapılıyor, para sürekli değer kaybediyor.
Caddelere yeni paketlerin içine pepsi kola denen şey şişelerde içilmeye başlıyor. Pepsi Kola nedir kimse bilmiyor. Evet, pepsi kola devri başlıyor. Limonatalar, meyveli gazozlar, ayranlar kaybolmaya başlıyor. Sonra Amerikan süt tozu, peyniri yoksullara dağıtılıyor. Bu arada Kore gezilerinin ölüm haberi gelmeye başlıyor.
Arkasında sakat Kore kahramanları yurda dönüyor.
Kiminin kolu yok, kiminin ayağı kesik sakatlar görüntüsü. Başbakan Adnan Menderes basın tarafından ´NATO Aslanı´ ilan ediliyor. Yıllar sonra da Ecevit ´Kıbrıs fatihi´ ilan ediliyor. Günümüzde Başbakan Tayyip Erdoğan ´Gazze Fatihi´ oldu. Peki neden ölüm yolculuğuna insanlar gönderildi, onlar gazi oldu?
Yıl 1955 Kıbrıs gösterileri devam ediyor. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Başbakan Menderes´i Londra´dan arar:
'Sayın Başkan İngiliz yönetimiyle toplantılar devam ediyor. Yanlız onlara Kıbrıs konusunda halkımızın çok duyarlı olduğunu göstermek için İstanbul´da sokağı harekete geçirelim.'
Atatürk´ün Selanik´te ki evine bomba atılır. Rumlar Selanik´te ´Atamızın evine bomba atıldı´ senaryosu şehre yayılır. Bu arada hazır kıtalar harekete geçer. 6-7 Eylül olayları başlar. Hedef İstanbul´da ki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler. Saldırı Beyoğlu´ndan başlar. Şimdi olayları canlı olarak yaşayanlardan dinleyelim.
Geçtiğimiz günlerde gazetelerde bir haber dikkat çekiciydi. Türk asıllı Ermeni bir aile 6-7 Eylül olaylarından dolayı Türkiye´yi terk etmek zorunda kalarak Kanada´ya göç ettiler. 55 yıl sonra kızıyla Türkiye´ye gelen bir kadın kocasının vasiyetini yerine getirmek için geldiğini ağlayarak konuşmasına zorla devam etmiştir:
'Eşimle çok mutluyduk. İstanbul´da Ortaköy´de eczanemiz vardı. Bende hastanede hemşireydim. Onnik Bey´le birbirimizi severek büyük bir aşkla evlendik. Eşim bir sevgiyle ülkeye bağlıydı. Bizim bütün kökenimiz İstanbulluydu. Biz buraların yerli halkıyız. 6-7 Eylül 1955 Eylül akşamı arabamızla eve dönüyorduk. Araba giderken birden bire vahşi bir kalabalığın içine bulduk kendimizi. Gözü dönmüş çapulcular eşimin kullandığı arabaya hücum ettiler. Baltalarla, sopalarla vurmaya başladılar. Bizler şok olduk, korkmaya başladık. Kalabalık arabanın kapısını açıp bizleri dışarı çıkarıp linç etmek istiyordu. Kız kardeşimin korkudan dili tutuldu, konuşamıyordu.
Eşim ´Biz Türk´üz´ diye bağırıyordu.
´O zaman Türk bayrağını gösterin´ diye bağırıyorlardı.
Eşim kalabalığa soğukkanlılığını koruyarak, ´Evet, Türk´üm.´
´O zaman bayrağını çokar´ diye bağırıyorlardı.
Eşim, ´Şu anda arabada bayrak yok.´
Sonra eşimin durumuna bakarak arabayı bıraktılar. Sonra eczaneye geldik bir yerlere koşarak bayrak arıyorduk, ama dükkanımız darmadağın olmuştu. Büyük zarara uğramıştık. Saldırganlar mağazada hiç bir şey bırakmamışlardı.
Çocuğumuz okulda ´Pis ermeniler´ diye kovalanmıştı.
Tabi tüm bunlar büyük bir hayal kırıklılığı yaratırken ailenin Türkiye´den göç etme kararı alınmasında başka etken yoktu.
Yaşanan vahşet Dik Ranuihi hanıma çocukken mağruz kaldığı hareketlerde neden oldu. Bende gitme taraftarıydım çünkü çocukken ´Pis Ermeni´ diye kovulmuştum.
6-7 Eylül üç gün İstanbul yağmalanmasından çok korkmuştuk. Çocukken kovalandığım günler yeniden canlandı. Çocuğum da benim gibi dışlanmasın diye yurdumuzu ağlayarak terk ettik. İstanbul´dan ayrılırken eşim ´keşke saldırıda ölseydik bu ayrılık olmasaydı´ diye göz yaşlarına hakim olamıyordu. Kanada´ya göç ettikten sonra eşim İstanbul´u hiç unutmadı. Her gün İstanbul radyosunu saatlerce arar, radyoda klasik Türk müziği dinlerdi. Müzeyyen Senar´ın ´Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin?´ , ´Gittin, bu gidiş bence ölüden beterdi´ şarkılarının plaklarını İstanbul´dan getirtip pikapta her gün ağlayarak dinlerdi. Yurt hasreti onu hergün biraz daha bitiriyordu.
´Acaba İstanbul´u, Boğaziçi´ni, uçuşan martıları bir daha görebilecek miyim?´ diye gözleri nemlenirdi.
Bir gün hastalandı beni yanına çağırarak:
´Artık ızdırabım bitecek. Senden ricam, vasiyetim sevgilim ben öleceğim benim cesedimi yaktır. Küllerini bir kutuya koy, kızımı yanına al. İstanbul´a git Karaköy´de vapura bin, boğazda Bebek koyuna geldiğinde beyaz martılar uçuştuğu zaman, küllerimi boğazın mavi sularına serp. Sonra Emirgan´a git. Orada çınarın altında kızımla beraber çay için. O zaman ben aranızda olacağım;
Onnik Kütahyalıoğlu´
Geçtiğimiz 2009 yılında bir bakan 'Azınlıklar gitmeseydi milli devlet olamazdık' diye çığlık atıyordu.
Aslında gidenler bu ülkenin yerli halkıydı. 6-7 Eylül´de üç gün İstanbul yağmalandı. Tarihin en büyük utancını 1961 Yassıada Mahkemesi´nde Menderes iktidarının Dış İşleri Bakanı Fuat Köprülü, '6-7 Eylül olayları Başbakan Adnan Menderes´in bilgisi dahilinde yapılmıştır' diye açıklama yaptı.
Başına söylediğimiz gibi 1950 sürecinden günümüze kadar ülkeye İttihat ve Terakki anlayışı ülke yönetimine hakim olmuştur. Yani Pan İslam. Peki ülkeyi yüz yıldan beri terkeden neyi beraber götürdüler?
Kent kültürünü, yani uygarlığı.
Not: 12.09.2012 tarihinde yayınlanmıştır