Leman GÖÇMEN


YÜREKLERİMİZİN İLACI TÜRKÜLER

Leman GÖÇMEN


Çok yıllar evvel beğendiğim sanatçılara hemen mektuplar yazar ve cevaplar alırdım. Bunların arasında Zeki Müren de vardır.

Ona yazdığım mektubun zarfına bir de ipek mendil koymuş, köşesine de kendi ellerimle Z.M. markası işlemiştim. Meğer o mektup çok hoşuna gitmiş, bir röportajında gazetecilerle paylaşmıştı. Ama o mektubuma cevap vermemişti. Bestekar Hüseyin Mayadağ, İrfan Doğrusöz, Yusuf Gül, Mustafa Geceyatmaz, daha nicelerinin mektupları, resimler, kartpostallar 2 çuvala yakındı. Ama ne yazık ki bir öfke ile hepsini bir gün ağlayarak sobaya atıp yakmıştım. Bunların içinde en çok sevdiğim bestekar Şevki Bey´in mezarı başında çekilmiş bir fotoğraf vardı ki, sonradan çok yanmıştım. Ama heyhat!

Bugün bu dönemin en gül seslilerin başında gelen ve kekeme olan bir Hüseyin Turan´ınımız vardır. “Yar beni bırakmış elinen oynar / Elinen oynayan yâri neyleyim” diye söylüyordu bir televizyon programında. Aman ne yanık, ne güzel… Gecenin bittiği şu saatlerde ben onu dinliyorum ve maziden bir yaprak olan günlerden bir yaprak daha can bulsun diyorum. Hüseyin Turan´ın türkülerini dinleyin.

Bu arada pandemi yasakları dolayısıyla hayatını şarkı, türkü söyleyerek kazanan alnı öpülecek sanatçılarımıza sahip çıkın. Zira kalbi sevdiği sanatın aşkı ile yanan ateşi hiçbir güç bilemez. Bir örneği de tabir caiz ise bir ayağım mezara girmiş, hala ben mesela önümüzdeki 18 Mart Çanakkale Zaferi´nin yıldönümü var. Ben bu ay ve günün içinde “Çanakkale içinde vurdular beni /ölmeden mezara koydular beni” diye söyler dolaşırım. Bu zaferin tarihimizdeki yeri, dünyanın bile her yerinde bilinir, şehitlerimiz anılır. Ben de saygı ve minnetle anıyorum. Kıbrıs´ta müzik öğretmenliği okuyan sevgili Ulus Karaoğlan´ı Erzin´de 18 Mart´a hazırladığı talebeleri ile sevgilerimle kucaklıyorum. Annesi Behiye kızımı ve babasını ona bu şansı verdikleri için de kutluyorum, başarılarının ömür boyu sürmesini diliyorum.

Dün gece aniden yağmur bastırdı. Yağmur başlarken öyle bir gök gürledi ki, adeta büyük bir bomba gibi patlama yaptı ve kısa geçişle dolu yağdı. Eskiden en çok korktuğum doğa olayı gök gürültüsüydü. Artık korkmuyorum. Yağmur ne mübarek bir olaydır; susuzluğumuza, kıtlıktan kurtulmamıza çaredir. Sokağımıza bakan penceremi açtım, ellerimi uzattım. Yağmur tanelerini elime alıp onları öptüm. Sokak sanki küçük bir dere gibi şırıl şırıl akıyordu. Seyretmeye doyamadım. Ama epeyce serindi. Dönüp sevgili odun sobama birkaç odun daha attım. Ve yeniden kalemi elime aldım.

Yine uzun yıllar önce İskenderun Belediyesi´nin bir sağlık memuru vardı; Mehmet amca. İkinci eşi ile evlenince aynı evin alt katında onlar, üst katında biz otururduk. Elazığlı, akça-pakça bir hanımdı. Annemle de çok iyi anlaşırlardı. Çok güzel su böreği yapardı. Annem de çiğ köfte yapar, sık sık beraberce yemek yerdik. İlk okula başlamıştım. Nihal teyzem çoğu zaman oğluyla beni yanına çağırtır, dut kurusu, pestil gibi nefis çerezler ikram ederdi. Bakışlarında hep bir hüzün vardı. Bir gün baha, “Sen, ‘ayrılık ateşten bir ok´ türküsünü bilir misin?” demişti. Ben de tabii demiştim. Artık sık sık o türküyü ister olmuştu:

Ayrılık ateşten bir ok
Nazlı yârdan hiç haber yok
Benim derdim herkesten çok
Benim derdim herkesten çok
Ben nasıl yanmıyam dağlar?
Dağlar, dağlar, dağlar
Dağlar, dağlar, dağlar”

diye sürer gider, gözyaşlarını saklamaya çalışırdı. Meğer Elazığ´da kızını bırakıp, eşinden ayrılıp gelmiş. Daha sonra en iyi arkadaşlarım arasında olan Nermin arkadaşım -nur içinde yatsın- üvey annenin zulmünden üvey babanın yanına gelmişti. Evlenip İstanbul´a yerleşti. Ama aradığı mutluluğu ana kız hiç bulamadılar. Nermin Elazığ Kız meslek Lisesi´nde okumuş ama sanırım mezun olamamıştı. Biraz ketum, içine kapanık ama çok iyi bir arkadaştı. Ölünceye kadar görüştük. İstanbul´da Caddebostan´da otururdu.

Mehmet amcamdan biraz daha bahsetmek isterim. İşini büyük bir titizlik ve dürüstlük içinde yaptığından belediyeden takdirname ile emekli olmuştu. Hem çok seveni hem de sevmeyeni vardı. Sebep malum; esnafı bazen belediye başkanıyla, bazen zabıtalarla gezer, ağır cezalar yazardı. Babama bile bir ceza yazmış, gülerek anlatırlardı.

Yanılmıyorsam lokantalarda o tarihte dana eti satmak yasaktı. O tarihte daha buzdolapları bile yoktu. Buzdolabını ellili yılların başında Antin Bağcıyan, şu andaki Yapı Kredi Bankasının yerindeki mağazaya getirmişti. İki tanesini babacığım hemen almış; birini evimize biri lokantaya… General Elektrik markaydı. Uzun yıllar kullandık. Onu görmeye bize gelinir, yettiği kadar komşulara da kullandırırdık. Mahallede bir buz fabrikamız vardı. Akşamüzerleri bezlere sarılı kalıp buzlar testere ile kesilir, ip bağlanarak evlere götürülürdü. Teknolojinin tadını çıkarmanızı diliyorum. Şu meşhur hastalık ve partilerin kavgası biter inşallah. Topyekün yaşama sevincimizi yitiriyoruz adeta.

Dilerim bu güzel ülkede güle oynaya geçireceğimiz günleri tez elden yakalarız. Önce birlik olalım, bu dünya kimseye kalmaz. Bu gün devletli olanların bir gün gelip herhangi bir sebepten son bulacağını düşünelim ve atalarımızın altın değerinde olan sözlerini hatırlayalım. ‘Mağrurlanma padişahım, senden büyük allah var´ demişler, kayınpederim de ‘zenginlik istersen kanaat yeter´ derdi. Hep şükranla yadederim. Keşkelerimiz elbette vardır; ama onlara sığınmayalım. Önümüzdeki mutlulukları da kaybetmeden ‘mucize istersen ölüm yeter´ diyelim. Güzel Anadolumuzu, çocuklarımızın, şekerden baldan tatlı torunlarımızın cıvıl cıvıl sesleri ile çınlatalım.

Bu mevsim çiçek alıp verme mevsimidir. Çiçeklerinizi çoğalması için paylaşın. Ben bu hafta Erzin´den getirdiğim portakal rengi bir zambağı 5-6 yakınıma verdim. Geçen sene açtığında feyste paylaşmış, çok beğeni almıştı.
Çiçekler kadar aziz olun.

Hoşçakalın