Nurullah ER


LEYLEKLERİN GÖÇÜ

Nurullah ER


Hele bakın şu leyleğin işine

Ağustosta uçar gider leylekler

Aden iskelesi sizin çölünüz

Orda kılavuzunu seçer leylekler

Doğa, aşk, güzellik, gurbet, ölüm üzerine şiirler yazan büyük halk ozanımız Karacaoğlan, Anadolu insanının en çok tanıyıp, sevdiği, masallara, efsanelere, şiirlere konu olan, insanlarla arasında kültürel bağ oluşturan leylek kuşuna şiir yazmaz olur mu?

Bir doğa zenginliği olan bu göçü yazmasa eksik kalırdı.

Anadolu leyleklerin göç yoludur, geçmiş yıllarda yaz günlerini de geçirirlerdi Anadolu’da. Çocukluk günlerimin geçtiği Andırın’a bağlı Torosların içindeki Darıovası köyünde bolca bulunan her dişbudak ağacının başında mutlaka bir leylek yuvası olurdu. Onların lak lak sesiyle uyur, uyanırdık.

Çocukluğumdaki leylek ilişkimi, sevgimi bir yaz boyu olmasa da, birkaç dakikalığına Arsuz yolu üzerindeki yazlık evimin çatısından onların göçünü izleyerek gideriyorum. Yaz günlerini Avrupa kıtasında geçiren leyleklerin göçü Ağustos ayı ile başlayıp Balkanlar’a gelip, İstanbul Boğazını geçerek, Anadolu’ya adımını atarlar. Nerdeyse bir hafta sürer, İstanbul’dan İskenderun Körfezine gelmeleri.

Körfeze nazır yüksekçe bir yere belirli günlerde öğleye doğru çıkıp, körfezin mavi sularının seyrine daldığınızda açıklarda orta şiddetli bir lodosun gri sis bulutlarını iteleyişi gibi uçuşurlar, yaklaştıkça, şiddetini artıran lodosun beyaz köpüklü dalgalarını kıyıya sürüklüyor gibi görünürler. Kıyıya yaklaştıkça uçağın pik yapışı gibi yükselip, beyaz bir bulut gibi savrularak karaya çıkıp buldukları uygun bir ortamda döne döne toplanırlar, aynı zamanda yornuklanırlar. Toplu şekilde döne döne uçuşmaları adeta dans şovuna dönüşür. Nefes kesen masalımsı bir manzara oluştururlar.

Kılavuzlarının yola düşmesiyle bir beyaz bulut kümesi gibi ardından Belen geçidini aşarak, Amik ovasına inip kışı geçirecekleri coğrafi bölgelere dağılırlar.

Her Ağustos geldiğinde böylesi bir manzarayı kaçırmak istemem. Adeta çocukluk günlerimi yaşarım.

Lak lak seslerini duymasam da kanat çırpışlarını, denizi kucaklayışlarını, Amanoslarda yükselişini görürüm. Leyleklerden sevgiyle bahsetmeyen yoktur. Anadolu’nun uğuru sayılır. Adına masallar, fıkralar anlatılır, şiirler yazılır, tekerlemeler, deyimler, atasözleri söylenir. Toplumumuzun geçmişten bu yana evcil olmamasına rağmen evcil gibi gördüğü, bildiği, sevdiği bir kuştur. Onun gelişine sevinilir, gidişine üzülünür. Tek eşli olması münasebetiyle, birbirlerine sadıktırlar. Göç sırasında yaralanıp yolda kalan birini eşi bırakmaz.

Leyleklerin göçü, baharın müjdecisi, sonbaharın gelişi bilinir. Leylekler ‘önce ovaya, sonra da yuvaya girer’ derler. Yaşadıkları alanlar genellikle sulak, tatlı su kaynaklarının yakınlarındaki geniş arazileri, kuru çayırlar da barınıp, kurbağa, yılan, fare, solucanla avlanırlar. Son yıllarda tarım alanlarının konut ve sanayi alanına dönüşmesi, akan dereler, çaylar üzerinde HES’lerin kurulması, göllerin çekilmesi, derelerin, çayların kuruması, tarımda kullanılan ilaç atıkları ve benzeri etkenlerden oluşan çevre kirliliği yüzünden geçmişte leyleklerin vatanı olan Anadolu’da şimdi yok olmayla karşı karşıyadır.

Bir bölge de doğal hayat açısından bir sorun varsa ilk tepkiyi üstün hareket kabiliyetiyle, içgüdüsüyle leylekler verir. Eğer bir bölgede bolca leylek varsa orada ekolojik sistem sağlıklı demektir. Türkiye’de leyleklerle ilgili çalışma yapan Ortinolog Hans Kumaerlöw raporunda “Türkiye’de leylekler gibi şöhretli bir türün azalmasını ve yok olmasını durdurmak için doğal çevrenin daha etkin bir şekilde korunması gerekmektedir.” der.

Ülkemizde doğal çevremizi düşünüyorsak, çevre kirliliğini önemsiyorsak, küresel ısınmanın doğuracağı sorunları hesap ediyorsak leyleği havada değil, yuvada görelim.