Sadullah ÇAĞLAR


Nazım ve Uluslararası Barış Ödülü (Nazım Hikmet´in 55. ölüm yıldönümü anısına)

Türkiye´de gerçek bilim adamları, sanatçılar ya da aydınlar… bu yetenekli insanlar geçmişten günümüze kadar tehlikeli görülüp, geriliğin hedefi oldular.


Sadullah Çağlar

Sürece baktığımızda şöhreti ülke sınırlarını aşan, Uluslararası Barış Ödülü alan Nazım Hikmet, bütün ömrünü cezaevlerinde ve sürgünde yaşadı. Günümüzde kitapları en çok okunan Sabahattin Ali´nin başı alındı. Onun şu anda en çok satılan romanları İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna film yapılıyor. Yılmaz Güney, Türk sinemasını dünya sinemasına taşıyan Yol filmiyle Cannes Film Festivali´nde dünya çapında ülkenin adını batıya taşıyan adam. Yaşam süreci Paris´te son buldu.
Bir toplum nasıl öne çıkar?
Geçtiğimiz günlerde Bilim ve Sanat Dergisi´nin 1984 tarihli 73.sayısında Enis Coşkun´un Nazım Hikmet ve Uluslararası Barış Ödülü yazısına rastladım. Nazım Hikmet kendi biyografik şiirinde;
‘30´unda asılmamı istediler
48´imde Barış Ödülünü bana verilmesini istediler
Ve verildi de´
Nazım´ı anlatan kitaplarda da Barış Ödülü anlatılır, ama olaylar nasıl gelişti, bilgimiz yoktu.
O nedenle Enis Coşkun´un inceleme yazısı okuyucunun ilgisini çeker diye düşündüm:
“Nazım´a verilen Uluslararası Barış Ödülü yerini buldu ve münbit topraklarımızda bire yüz veren başak tohumu Nazım, 85. doğum yıldönümünde yaşamıyla ve savaşıyla barış mücadelesinde örnek olmaya, yol göstermeye devam etmekte.
‘O çocuklar da şeker yiyebilsinler´ diye kapıyı çalan Hiroşimalı kızlar, insanlar yapı yapmaktan daha zor bir işe, barışı savunmaya çağırdılar.
Uluslararası, evrensel olarak bu savaşı yükseltmenin becerisini gösterecekti. Nazım´ın savaş karşıtı mücadelesi örnek olmuştur.
Türkiye´de barış hareketinin bir sıra neferi, Dünya barış mücadelesinin seçkin bir yürüyüşçüsü olmuştu Nazım.
Nazım, barış savaşçılarının karşılaşacağı zorlukların da, sahip olacakları onurun da ilk tanığıdır.
Nazım´ın sözünü ettiği bu ödüllenmenin öyküsü, 1949 yılında Paris´te ve Prag´da toplanan Barış Yandaşları Birinci Dünya Kongresi´nde başlar.
Türkiye´de 3 delegenin katıldığı bu ilk Dünya Kongresi, halklar arasında barışı güçlendirme yarışında aydınların önemine işaret etmektedir.
Uluslararası barış ödülleri konulması da kararlaştırıldı. 25 Nisan 1949 tarihinde ve Paris´te oy birliğiyle alınan bu kararda aynen şöyle denilmektedir: Barış Yandaşlarının Dünya Kongresi, halklar arasında barışı güçlendirme yarışında aydınları özendirmek amacıyla en iyi sinema sanatı ve yazım ürünleri için uluslararası barış ödülleri kurulmasını kararlaştırmıştır. Ödüller, Barış Yandaşları Dünya Kongresi tarafından her yıl verilecektir. Kongre, her biri 5 milyon Fransız Frangı değerinde 3 uluslararası ödül koymuştur. Barış Kongresi, kongreye katılan tüm örgüt ve kurumları uluslararası barış ödülleri fonunu karşılayacak paranın toplanmasını örgütlemeye çağırır.
Bu karar doğrultusunda ilk adım 1950 Mart ayında Stokholm´de toplantı sırasında bir değerlendirme kurulu oluşturulması ile atıldı.
Değerlendirme Kurulu´na 116 aday önerildi. Bunların 110´u ulusal komitesince, 651 özel kişilerce önerilmişti. Değerlendirme Kurulu, bu doğrultuda karar aldı.
1950 Ağustosu´nda sonuçlandı. Sonuçların açıklanması ve ödüllerin töreni İkinci Dünya Kongresi sırasında, 22 Kasım 1950 gecesi verildi.
O gece Polski Tiyatrosu perdelerini Varşova Senfoni orkestrası ile açtı. Barışın coşkusu ile onanmıştı sahne. Geride mavi zemin üzerinde Picasso´nun güvercini, göklere renk renk, demet demet bayraklar önde, çiçek dolu sepetler ortada, etrafında değerlendirme kurulu üyelerinin oturduğu kürsü, dünyanın dört bucağından gelen delegelerle dolu, sessiz ve coşkuyla dinleniyordu.
Değerlendirme Kurulu Başkanı elindeki listeden tek tek adları okuyor, İspanya´dan Picasso, ABD´den Paul Robenson, Polonya´dan Vanda Jakoboske, Şili´den Neruda, Türkiye´den Nazım Hikmet.
Türkiye´den Nazım ödülünü almak için gelmemişti. O geceyi, 13 yıldır yaşamakta olduğu hücresinde geçirecektir. Tüm ödüllendirilenler adına Neruda bir konuşma yapar. Konuşmasında Polski Tiyatrosu´ndan, sahneden hapisteki Nazım´a şöyle seslenir: Şair kardeşim Nazım Hikmet´i büyük bir saygıyla anmak istiyorum. Ne kadar çok sevindim bu gün. Aramızda olsaydın. Savaşkan, çelik gibi sağlam, serin, saf bir suyun şarkısına benzeyen şiiri, yaşam dolu havasıyla hepimizi etkilemiştir. Hapishane hücresi gür sesiyle öylesine yankılandı ki, tüm insanlık onu duydu. Benim şiirim onun yanında bir yere sahip olmakla gururlanıyorum.
Neruda´nın sesi Polski Tiyatrosu´nun sahnesinde öylesine gür yankılanır ki, sözleri aşıp hapishane duvarlarına ulaşır. Nazım yalnızca Neruda´nın okşayıcı sözlerini değil, bu ödüllendirmenin gururunu ve sevincini halkıyla beraber özgürce ve dolu dolu yaşamanın hüznünü de duyar yüreğinde.
Dünya Barış Yandaşları´nın, barış isteyen tüm dünya halklarının şükranlarını simgeleyen bu ödülün, Nazım´a verilmiş olduğu yıllarca kalın bir sis perdesi altında tutuldu.
Nazım gibi halkımız da onun bu onurlandırılmasıyla sevinç duymaktan yoksun bırakıldı. Ama, ona verilen bu barış ödülü yerini buldu.”
Ve bu münbit topraklarımızda bire yüz başak oldu. Enis Coşkun´a teşekkür ediyoruz, bizlere Nazım konusunda çok değerli bilgilendirme yaptı. Büyük şairin önemli bir evrensel, dünya aydınlarıyla bir arada kazandığı dünya çapında onurlandırıcı ödül, aslında Anadolu uygarlığının bir eseriydi.
Homeros´u yaratan topraklar, Nazımları da yetiştiren ölümsüz uygarlığın eseridir.
Ödüllü sanatçılar, insanlık tarihinde yer etmiş dava adamlarıdır. Onların arasında Nazım Hikmet´in olması ülke adına onur vericidir.
Nazım´ın Memleketimden İnsan Manzaraları eseri bir destandır; Homeros´un İlyada ve Odysseia, Troya eserleri kadar tarihte yer etmiştir.
Torosların gizemli dünyasını yazan, şiirsel diliyle batının kapılarını aşındıran Yaşar Kemal´i çoktan unuttuk.
Acaba ne zaman yaratıcı düşün aydınlarımızla, sanatçılarımızla barışık olacağız?
Her şeye rağmen bilim dünyası ve felsefe bu topraklara ışık saçarak yeni doğumlara tanık olacaktır.
………….
18.01.2018 tarihinde yayımlanan yazımıza Nazım Hikmet´in ölüm yıldönümü dolayısıyla yeniden yer verdik.