Kemal DÜZ


Olga: Bir sevda öyküsü

Kemal Düz


Günümüzden 115 yıl önce yazılan kitabın ön kapağında Osmanlıca “Olga” yazıyor.

Bu bir hikaye kitabı. Mini bir kitap, 10.50-14.50 cm. boyutlarında, kapağında; Cağaloğlu, Kasbar Matbaası, Küçük Kitaplar serisi Birinci Kitap, Numara: 25-1312 (1896), Edebi fıkra, Mehmet Celal yazıyor.
Mehmet Cemal (1867-1912), şair ve yazar. 45 yaşında vefat etmiş. Küçük Gelin, Bir Kadının hayatı, Zehra ve Sevda Lugatı gibi pek çok edebi eser yazmış. Paşa çocuğudur, kendi kendini yetiştirmiştir. Beş evlilik yapmış, beşini de kendisi boşamıştır. Derbeder bir yaşam sürmüştür. Ada şairi olarak bilinir.
Öykülerinde, konuşma dili etkilidir. Hikayelerinde ve şiirlerinde kendi yaşamından izler vardır. Küçük Gelin kitabı dışında, pek tanımaz.
Olga´yı, Ömer Öztürk, Osmanlıca´dan anlatım diline dokunmadan çevirmiş. Öykü, 2012 yılı 75. sayısında Yaba Edebiyat dergisinde yayınlanmış. Öykü´nün tamamını buraya alamıyorum. Önemli gördüğüm bazı kısımları aşağıya alıyorum:
Öykü şöyle başlıyor: “Uyandığım vakit, güneş yükselmiş, Yuşa Dağı eteklerini, Yeniköy arasını bir al ile örten pembe sisleri aydınlatarak, bu sisler arasından Büyük Dere´de hayal-meyal görünen beyaz binaları yaldızlamaya başlamıştı.” (...) Kız üzgündü. Bilmem hangi habis ruhtur ki, bir güzelin hüznüne duyarsız kalsın? (...) “Babası ve annesi zengin. Zaten birbirlerinin servetine güvenerek evlenmişler. Bunların evliliğinde hiç kalp meselesi yok. Bu evliliğin sonucunda o mahzun dünyaya getirmişler. “Olga” ismini vermişler. Kız eğitimli hoca hanımlar elinde büyüdü. Bu eğitimli kadınlar ona tarihten coğrafyadan, geometriden, nadiren edebiyattan bahsettikleri halde, evlilik konusunu hiç açmadılar.”...
“İhtiyarların en büyük kabahatleri yeni kuşakları anlamamaları, gençleri hoş görmemeleridir.
Babası zengin biriyle Olga´nın evlenmesini istiyor, Oysa Olga:
“Amcasının oğlunu seviyordu. Petro isimli bu çocuk babası öldükten sonra amcasının yanına adeta sığınmış, Olga ile beraber büyümeye, onunla ders görmeye başlamıştı. Ders seçimi konusunda her ikisinin de fikri birdi: ikisi de edebiyatı seviyordu. Şiiri, hayatın lezzetlerini, sevdayı ikisi beraber hissettiler. Bakışları birbiri içinde eridiği, ellerin birbirinin arasında sıkıldığı geceler oldu...”
Olga bir sabah, anne ve babasından şiddetli bir tehdit gördü. Bu tehdit Genç kızın sinirlerini sarsmış, mutluluk hayallerini ezmiş, o akşam Petro ile kaçmıştı. Gece yarısı, hayaletlerin çocukları korkuttuğu bir zamanda işte bu ağaçlar, işte bu harabe onları uğurladı. Anne ve Baba şefkatle hiddet arasında bu sevdazedeyi karakola ihbar ettiler.“
Bu ayrılığa dayanamayan Petro hasta olur ve ölür.
Petro´yu gömdükleri gün Olga çıldırmıştı: gülüyor, ağlıyor, bazen çok söylüyor, bazen sessiz duruyor, sonra kahkaya benzeyen bir boşalış ile gözyaşlarına izin vererek, zayıf, titrek parmağını bu harabeye uzatıyordu.”
Ve yıllar geçiyor.
Olga manevi zevkleri dünya zevklerine tercih ediyor ve rahibe oluyordu.
Ve Öykü şöyle bitiyor:
Acaba şimdi bu güzel rahibe üzgün değil midir? Muhakkak başka bir yerde de demiştim: “Gönül acısı bir asır devam eder. Ölen yalnız gözlerini kapar.”