Nurullah ER


Ömrün yaprakları

Nurullah Er


Yaşam emek mücadelesiyle kazanılan bir değerdir.

Bir bebeğin meme diye ağlaması ile yetişkin birinin alın teri dökerek yaşam mücadelesi vermesi arasında pek fark yoktur.

Onun için herkes ömrünün zamanca uzun, anlamca görkemli geçmesini ister.

Zaman, insan yaşamının en küçük ve en büyük yaşam dilimidir. İçinde yaşananlar, yaşanan ve yaşanacakları barındırır. Takvim olarak; gün, ay, yıl olarak belirlense de, saatler, dakikalar, saniyeler ömrün gizli yapraklarıdır.

Bir ağacın yapraklarının yeşermesi, çiçeğe dönmesi, meyveye durması, sararıp solup çırılçıplak kalması ile bir insanın; rahatlığı, huzuru, mutluluğu, mutsuzluğu kendi dünyasında iç içe yaşamasında bir fark olmasa gerek.

Dünya coğrafyasında farklı diller, dinler bulunsa da, devletler sınırlarını çizse de insan ömrünün bir takım ortak yazgıları, noktaları vardır. Bunların en önemlisi ömrün yapraklarının ilk yıllarda yavaş dönüp, sonrakilerde hızlanmaya başlaması izlenimidir.

Çocukluk yıllarının bitmeyen bir mevsime dönmesi ama yaş ilerledikçe sert esen rüzgarda bir yeldeğirmeninin birbirini kovalayan kanatları gibi, birbiri üzerine devrilmeye başlar bu yapraklar. Yaşça ileri olan birinin kendinden küçük olana “Gençliğin kıymetini bil!” telkinleri, bir şeylerin kendinden kopup gittiğinin kaygısına kapılması olsa gerek.

Kendi ömrünü büyük bir meydan halısına ve durmadan akıp giden yılları da, yana yana eriyip biten mumlara benzeten bir ozan, “Hayat Yolculuğu” başlıklı şiirinde, gittikçe hızlanıp giden yılları şöyle dile getiri: Neler yok o halının örgülerinde neler/ Hayatımı o örgülere bir resim gibi nakşeden seneler/ Önce yavaş, sonra hızlı tükenen mumlar gibi yana yana/ Katılmış gitmiş, dönüşü olmayan zaman kervanına/

Katılmayan var mı, başlangıcı ve bitimi olmayan o sonsuzluk kervanına? İnsanı yaşama bağlayan en büyük güç, dünya nimetleri, doğa ve insan sevgisidir. O nimetleri paylaştığımız, sevgiyi çoğalttığımız müddetçe yaşamın kalıcılığını ebedileştirmiş oluruz. Yaşam tutkunu olan Goethe ilerleyen yaşına rağmen ölürken “biraz ışık daha” boşuna dememiş olsa gerek.