Müslüm KABADAYI


ORTADOĞU´NUN YARA(R)LI KALBİ: PALMİRA

Kentler vardır, uygarlıklar beşiğidir.


Kentler vardır, kültür-sanat ve bilim merkezidir. Ve kentler vardır, geleceğin ışığını toprağında sentezler. Palmira, diğer adıyla Tedmur, bu üç özelliği de adının anlamında taşıyan bir kenttir.

Palmira, kimilerinin söylediği gibi “palmiye kenti” demek değildir. Burada konuşulan en eski dillerden Hurricede “Pal”, “bilmek” demektir. Dolayısıyla Palmira´nın, “Bilim kenti' anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. Aynı biçimde kentin diğer adı olan Tedmur, Arapça “temir”, yani “hurma' sözcüğüyle ilgili değildir. Çünkü, “tad” Hurricede “sevmek” anlamına gelmektedir ve binlerce yıl önce bu kente Hurrilerin, bilim ve sevgi kenti anlamını vermeleri çok anlamlıdır. Açıkçası, M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren bu kentin temel kültürüyle temasa geçen Helen kültürünün, “filosofia” sözcüğünü antik çağda öne çıkarmasında Palmira-Tadmur´un payı büyüktür. Bu bakımdan Palmira-Tadmur, günümüzdeki kentleşme modelinin nasıl olması gerektiğine ışık tuttuğu kadar, tarih içinde farklı kültür ve uygarlıkların sentezlenme biçimi bakımından da örnek alınması gereken bir birikime sahiptir.
Bilindiği kadarıyla Akdeniz´le Mezopotamya arasındaki İpekyolu´nun en büyük durağı Palmira olmuştur. Burada kurulan büyük agora (Araplar “suk”, Persler-Farslar “bazar” demişlerdir.) ve kervansaraylar, kervanlarla yapılan ticaretin gelişmesinde rol oynamışlardır. Çin ve Hindistan´dan gelen ipek, baharat ve diğer mamuller, Palmira´nın agorasında değerlendirilip Akdeniz ya da Anadolu üzerinden Avrupa´ya taşınmıştır. İpekyolu´nda bir karmaşa çıktığında güzergah, Ürdün´de bulunan Petra kenti üzerinden Kızıldeniz kıyısını takip ederek Hindistan ve Çin´e kadar devam etmiştir.
M.Ö. 1800´lerden itibaren yazılı kaynaklarda adı geçen Palmira ya da Tadmur´un önemli özelliklerinden biri de yerli mitolojik tanrılar yanında Mezopotamya, Mısır ve Yunan-Roma tanrılarını sentezlemiş olmasıdır. Kenani toplulukların tanrısı olduğu söylenen “Balşamin” adına yapılan tapınağın binlerce yıl ayakta kalması yanında “Bel” tapınağının da uzun yıllar burada korunması çok önemlidir. Ayrıca, kenti oluşturan dört önemli semt ve bu semtlerdeki dört büyük tapınak, site devlet modelinin sürdüğü dönemde site demokrasisinin güçlendirilmesi sayesinde ciddi bir çatışma yaşanmadan varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, din-ticaret ilişki biçiminin Tadmur´da M.S. IV. Yüzyıla kadar özgünlüğünü koruyarak güçlenmesidir.
Roma´nın bu toprakları işgaliyle başlayan kolonicilik dönemi, Palmira için geriye gidiş anlamına gelmiştir. Bunun farkına varan ve M.S. 260´larda yönetime gelen Odenat, Roma´yla uyumlu biçimde kolonileri bir araya getirir. Doğuda Perslere karşı başarılar elde eden Odenat, Anadolu´ya düzenlenen bir sefer sırasında yeğeni tarafından öldürülünce, Palmira´da yeni bir dönem başlar. Bir yandan, doğudan Sasanilerin, diğer yandan batıdan Romalıların boy hedefi haline gelir.
Yeni ticaret yolarının geliştiği döneme kadar, ipekyolu üzerindeki ticari konumu ve dışarıdan gelen toplulukların burada kaynaşıp kentte sürekli yenilenen bir kültür oluşturması, Palmira-Tadmur´un gelişim dinamiğini belirlemiştir. Bu iki özelliğinin, M.S. III. yüzyılda buranın yöneticisi olan Kraliçe Zenobya tarafından Roma sömürgeciliğine kafa tutup bağımsız bir toplumsal sistem oluşturma başarısına büyük katkı sağladığı görülmektedir. Bugün ders alınması gereken özelliklerinden birisi de budur. Çünkü, hem bir kadının başkanlığında bölgedeki Roma kolonileri bir araya gelerek sömürgeciliğe baş kaldırmışlar hem de Palmira´yı çok kısa sürede Ortadoğu´nun kültür-sanat ve bilim merkezi haline getirmişlerdir. Aynı durumun, tam 1000 yıl sonra Halep´te gerçekleştiğine tanık oluruz. Ortadoğu´da ezilen halkların, işgalci güçlere karşı direniş sembolü olarak önemsedikleri Selahattin Eyyubi´nin yeğeni olduğu söylenen Deyfe Hatun da, XIII. yüzyılda işgalcilere Kuzey Suriye´de yaşayan Arap-Türkmen-Kürt halklarını birleştirerek direnmiş ve Halep merkezli bir konfederal yönetim oluşturmuştur. Bu iki kadın lider, bu toprakların tarihine ve kültürüne karşı oryantal bakışlı algı operasyonunun ne kadar akıl dışı olduğunu göstermektedir.
Palmira, M.S. III. yüzyıldan itibaren “Çölüngelini”, 267-272 yılları arasındaki tarihsel olaylara, kültür ve sanatın gelişimine damgasını vuran bir kadın önder olarak da Kraliçe Zenobya´nın adıyla anılmaya başlanmıştır. Zenobya´nın da “Çölün Kraliçesi” olarak betimlendiği bir dönem başlamıştır. Bu dönemde, Mezopotamya, Anadolu ve Mısır´dan Palmira´ya gelen ya da getirilen bilim ve sanat insanlarının yaptıkları çalışmalarla, başta ordu olmak üzere bütün alanlarda çok hızlı bir gelişme kaydedilmiştir. Doğu Akdeniz´de Roma egemenliğine son verecek bir aşamaya gelince de çatışma kaçınılmaz olmuştur. İki kez Roma ordularını yenen Palmira kuvvetleri, üçüncüsünde İmma´da (bugünkü Reyhanlı) yapılan savaşta yenilgiye uğrayınca dağılmış, ardından Palmira yağmalanmıştır. Esir alınan Zenobya´yla ilgili de iki rivayet günümüze kadar gelmiştir. Birinci söylence, esir düşmemek için parmağındaki yüzükte sakladığı zehri içerek intihar ettiğine dairdir. İkincisi de Roma´ya götürüldüğüdür. Söylenceler farklı olsa da, 273´ten sonra bu tarihi kentin eski görkemine bir daha kavuşamadığı acı gerçek olmuştur. Bunun bilincinde olan Antakyalı genç şairlerden Özenç Esen, “Palmira/Zennübe” başlıklı şiirinde Tedmur´u şöyle imlemektedir:
“yalın küçük ayaklar
kınaları parmak uçlarına uzanan
kargış örselenmiş ahengi yenginin
gözlerine inen perde şakayık dinginliği
kanayıverdi ülke sonra
çıt çıkarıyordu zangoçlar
yırtarak sessizliğini tedmur´un
kervanlar seğiriyordu ardından
kan kusuyordu gülü bülbülün”