Gençliğimde, gençliğinizde Dünya nüfusunun 3-4 milyar olduğu söylenip duruluyordu.
Şu an 7 milyarı aşkın bir sayı arz-ı endam etmiştir kocaman canlı, cansız adamıza.
Pastanın büyük dilimini Çin ve Hindistan kapardı; bu gün olduğu gibi.
70’lerin son çeyreğinde Dünya Nüfus Doyumu tartışılıyordu…
Bununla ilgili olarak gençliğimin liseli yılları buna tanıktır.
Ders sırasında coğrafya öğretmeninin sınıfa yönelttiği soruyu hiç unutmadım, şu ana dek…
Dolaylı olarak anımsadığım şuydu;:
Yerkürenin nüfus doyum noktasına ulaşıp ulaşmadığıyla ilgiliydi.
Ve elbette tartışma sonunda, ‘henüz’le başlayan cümleler sarardı ortalığı.
Aynı anda Malthus’un yazdıkları-çizdikleri gelip bilgi sofrasına bağdaş kurardı.
Bununla kalmayıp doğanın saflığı, yeterliliği ve insana değmesi dile gelirdi.
Değilse, naylon hayatlar, boyalı aşklar gelip etrafımızı sarar.
Sonuçta henüz dünya doymadı nüfusa, denirdi.
Öyle ya, dağ-bayır sayılmazsa bile gepgeniş tarlalar, nadasa bırakılmış alanlar ve yerin altından çıkarılmayı bekleyen madenler vardı.
En önemlisi su, doğal gaz, petrol…
Geçmişte, Ajda “aman petrol, canım petrol” dememiş miydi?
Hala da var.
Vitrinler henüz naylonumsu değildi…
Cıvıl cıvıldı cam arkaları…Pamuk ve yün kokardı basmalar, pazenler. Birkaç mankenin giysisi albeni albeni yansırdı.
Deri deri kokardı ayakkabılar, pardon kunduralar… Papuçlar, iskarpinler, kemerler…
Ha, peruklar da hakikiydi sanki.
Şu an yıllar önce okuduğum O Henry’e ait bir öykünün dramı peydah oldu…
Dedik ya, deri ve peruklar hakikiydi…
İşte, Armağan adlı öyküde dile gelen bir duru gerçeklik ve bakir doğanın bağrından kopup gelen kokular, el değmemişlik ve ötesi…
Sevda ise maddiyatı da aşan bir değerdir, o zamanlar.
Öykünün kahramanları genç karı-koca…
Yoksul ama kendi yağlarıyla kavrulan bir çift.
Evin geçimini erkek sağlıyor. Kadın evin yaşanılır bir yuva olmasına, güzelleşmesine çalışır.
Böylece mutlu ama yoksul bir yaşam sürdürülür.
Derken, Noel yaklaşır ve çiftlerin her biri gizli gizli birbirlerine alacakları hediyeleri düşünür
Adamın deri ama yıpranmış bir saat kösteği var…
Kadın hediye olarak kocasına bir yeni köstek hediye etmek ister…
Erkek ise, uzun süredir kadının arzu ettiği ve vitrinde gözüne ilişen tarak, ayna ve bakım malzemesinden oluşan bir seti eşi için düşündüğü hediye olur.
Kadının mutfak masrafından artırdığı birkaç sent yetersiz kalır. O da bir kuaföre gidip saçlarını kazıtır ve onları peruk diye satar.
Böylece kocasına alacağı kösteğin parasını denkleştirir.
Adam da köstekli saatini satar ve eşine istediği tarak- ayna setini alır.
Noel gecesi gelip çatmıştır. Adamın elinde hediye paketi evin tokmağını vurur. İçeri girer ve karısının başının bir bereyle ve ek bir estetik eşarpla örtülü olduğunu görür.
Her şey anlaşılır…ama işi bozuntuya vermezler…
Satılan saatin yeni kösteği ile dazlak kafanın tarağı kalır, orta yerde.
Kadın, “saçım yine uzar” der. Erkek, “Hadi, getir o şarabı” diyerek kadına hediyesini uzatır.
Aşk ve sevda dünyanın her noktasında görülür, yaşanır…
Yaşanmakla kalmaz güneşin kanatlarına tutunur, kuşbakışı izler diğer coğrafyaları ve insanları
Yaaa, işte böyle…
Koptu-kopacak bir saat kösteği ile zamanla daha gür çıkacak saçın ne önemi var?
Aslolan birlikte hayatın zorluklarına karşı koymaktır.
Ha, nüfus demiştik...
Yer altı – yerüstü zenginlik dedik.
Ve…Ve gerçek kumaş dedik, deri dedik.
Bunlara gıdayı da eklersek yeme de yanında yat olur sanırım.
Gerçi, Malthus’un yıllar önce nüfusla ilgili söyledikleri belki yukarıdaki öykü özetinde dile gelenle doğrudan olmasa da dolaylı bir ilintisi vardır.
Her neyse…konumuz Malthus değil.
Esas olan yapay değil, doğal çim.
Kokusuz değil sarhoş edici kır çiçekleri, yaban gülleri.
Ama, “Güneş Tutulması” gri sıcak yerine, ‘Sarı Sıcak’ damıtmalı her yana.
WhatsApp:05350640784 25.01.2023