Haşmet KOLAĞASI


PAZAR EKONOMİSİ DÖVİZ VE FAİZ

Mehmet Haşmet KOLAĞASI


 

Son günlerde gündeme oturan faiz, kur tartışmasını net bir platforma oturtmak gerekmiştir. Ancak öncelikle dünyada var olan ekonomik sistemleri anlamak gerekir.
Pazar ekonomisinin iki ismi daha vardır; serbest piyasa ekonomisi ve liberal ekonomi. Tarihte var olan tek ekonomik sistem, insan doğasına uygun olan ve tarih boyunca gelişmeyi sağlayan sistem budur. Mülkiyet ve teşebbüs özgürlüğü bu ekonomik sistemi oluşturan ana temalardır. Alternatifi olan kolektivist sistem ise komünist ekonomik sistemdir. Bunları birbirinden ayıran en bariz fark fiyatların oluşması ile ilgilidir. İsminden de anlaşılacağı gibi Pazar ekonomisi, fiyatların pazarda kendi kendine oluştuğu sistemdir.
Serbest ve liberal kelimeleri aynı anlamı taşır ve fiyatların müdahalesiz, arz talebe göre oluşması, teşebbüs ve mülkiyet edinme özgürlüğünü tanımlar. Kolektivist sistemde ise; fiyatlar devletin yetkili kurumlarınca belirlenir, bireylerin mülkiyet ve teşebbüs hakkı yoktur, bu üç hak ta toplumundur, ortak mülkiyettir, herkesindir. Komünizmin henüz tam olgunlaşmadığı sosyalist dönemde bu hak ve yetkileri toplum adına devlet kullanır.
Bizim, toplum altyapısını oluşturan İslam dini, acaba hangi ekonomik sistemi tavsiye etmiştir? Peygamber efendimize, “Bize bir kar haddi belirleyin ona göre fiyatları oluşturalım.” dediklerinde; “Fiyatları belirleyen Allah tır, ben onun bereketini isterim.” Demiştir. Ayrıca köylünün malını pazara getirmeden yolda karşılamayın, diyerek fiyatların pazarda oluşmasını tavsiye etmiştir. Bu cümleler, pazar ekonomisinin tarihteki en net tanımlayıcısı olmuştur. İslam dininde mülkiyet ve teşebbüs özgürlüğünün olduğunu da biliyoruz. Bu durumda İslam dini ve Müslümanların Pazar ekonomisi safında yer aldığını görürüz.
1923 yılında, İzmir İktisat Kongresi´nde Türkiye, safını pazar ekonomisinden yana kullanmıştı. Aynı kongrede özel sektörün güçlendirilmesi için banka kurulması ve özel sektörün yapamadığı büyük sanayi işletmelerinin, ilerde özel sektöre devredilmek üzere devlet eliyle yapılması kararı da alınmıştır. 1950´li yıllardan sonra buna karma ekonomi adı verilmiştir! 1950 yılına, kadar Pazar ekonomisinin uygulayıcısı Atatürk, İnönü ve Türkiye Cumhuriyeti ile kavgalı olan Kolektivist fikir adamlarının 1960 yılından itibaren Atatürkçü olarak lanse edilmesi ne büyük çelişkidir. Kuranı Kerimi Türkçeye çevirten ve Diyanet İşleri Başkanlığı´nı kuran Atatürk´ün laiklik anlayışının dinsizlik olduğuna inanmak ne büyük çelişkidir.
Öncelikle rekabetçi dünyada verimlilik temeline dayanmadan üretim tavsiyelerinin ülkeleri nasıl köleleştirdiğini ve fakirleştirdiğini de anlamamız gerekir. Bu mirası Sovyetler Birliği´nden devralan Rusya´ın Türk sihaları karşısında düştüğü durum Kolektivizm´in Rusya´ya bıraktığı mirastır. Verimlilik için sermaye gerekir, verimliliği artıracak teknoloji transferi içinse döviz gerekir. Üretim-tüketim veya arz-talep dengesi sağlıklı ekonomiye sahip olmak için olmazsa olmazdır. Satamayacağınız bir malın üretiminde ısrar etmek kaynakların israfı ve ancak ahmakların işidir. Zaten sorun da bu ahmakların anlama güçlüğü, ya da ahmak numarasına yatmalarıdır. Burada kibar bir tabir kullanma kontrollümü kaybetmemin sebebi binlerce defa anlattığınız ve yaşadığınız bu sorunu hala ilk defa icat etmiş gibi gündeme getirmekte ısrar edenlerin hala var olmasıdır.
Tüketim mallarını veya arzı artırmak için ondan kat kat fazla sermayeye ihtiyaç vardır ve bu da kat kat fazla tüketim malı talebi olarak, henüz yatırımlar üretime başlamadan önce karşımıza çıkar. Yani bin ekmek üretmek için yaptığınız yatırım ve piyasaya sürdüğünüz para karşınıza bir milyon ekmek talebi olarak çıkar. Bu da talep fazlası ve talep enflasyonu demektir. Ancak yatırım hizmete girdiğinde bunun ekonomik hayata katkısı kat kat fazla olacaktır. Buna ekonomide hızlandıran ve çoğaltan etkisi denir.
Liberal ekonomide sermayesini karlı olan alana yatırma özgürlüğü vardır. Talep fazlasının oluşturduğu enflasyon, karşımıza yerli paranın değer kaybı olarak çıkar. Bu durumda vatandaşın parasını yönlendireceği dört likit araç vardır. Döviz, altın, faiz, borsa… Yatırım verimsizliği borsa şıkkını devre dışı bırakır. Faizleri düşürürseniz geriye altın ve döviz kalır. Reel faiz, faizin enflasyondan fazla olan kısmını ifade eder. Reel faiz düşükse insanlar likit olarak altından daha kolay taşınan dövize yönelir. Böylece döviz fiyatlarının yükselmesi ithal edilen enflasyonu yükseltir. Çünkü ithal ettiğiniz malları daha pahalıya satın alacaksınızdır. Böylece yerli parayı tercih etme ödülü olan faizi yüksek ya da serbest bırakma mecburiyeti doğar. Yatırımın karşılığı ise nitelikli üretimden tasarruf etmektir, tapon üretimden değil…
Burada vahşi kapitalizmden de bahsetmeliyiz. Serbest piyasa ekonomisinin Teksas kanunlarıyla uygulanan şeklidir. Tarihte olmayan parayı faizle borç verenler, bugün olmayan malları borsada satarak, (mesela olmayan petrolü satmak gibi) zenginliklerine zenginlik katmaktadırlar ve reel ticaretin kat kat fazlası sanal para hareketi dönmektedir. Bu nedenle güç merkezlerinin el değiştirmesiyle tarihte rastlanmamış bir çöküş yaşanacaktır.
Cari açık nedeniyle faiz gerçeğini anlamak(!), kalkınmak zorunda olan, gelişmekte olan ekonomilerin yönetmek zorunda olduğu bir problemdir. Bir ülkenin kalkınmış olduğunun ölçüsü cari açık yani döviz açığı vermemesi ile anlaşılır, hatta dış ticaret açığı vermemesi daha sağlam bir ölçüdür. Kalkınmasını tamamlamış, cari açık vermeyen ülkelerde faizler ya sıfır, ya sıfıra yakın, ya da negatiftir. Yani paranızı bankaya yatırdığınızda bir de saklama kirası istenebilir. Yani kalkınma tamamlandığında (Japonya gibi) faizlere müdahale etmeye gerek kalmayacaktır. Bunun yanında cari açığınız varsa faizin enflasyonun altına düşürülmesi ekonomik krize yol açar. Teknoloji ve yatırım ihtiyacınız varsa ve döviz açığı veriyorsanız sizin için yüksek olan faize göz yummak zorunda kalırsınız. Cari açık varsa faize müdahale edemezsiniz. Bu ortamda Sezar´ın hakkı Sezar´a faizcinin hakkı faizciyedir! Devlet çoğu zaman, yatırım için iç borç alarak özel sektörü yüksek faizle borçlanmaya mecbur bırakır.
Ekonomik hastalıkların çözümünde toplumun ahlak ve eğitim seviyesi önemli rol oynar. Yani ekonominin ve diğer sistemlerin sağlıklı çalışmasında ahlak ve eğitim seviyesi, bilinçli tüketici olan vatandaşların varlığı tamamlayıcı unsurdur. Ölümle karşı karşıya olduğu halde maskesini çenesine takanların bulunduğu toplumda yaşayan ahlaklı insanlar için dünya zindandır. Kaynakları; suyu, enerjiyi israf eden, yemeğini çöpe döken, tabağında yemek artığı bırakan, yemekten hemen sonra bulaşığını yıkamayan, gereksiz yere ev eşyalarını sürekli değiştiren gösteriş hastası tasarruf etmeyen bencil insanlarla bu süreci tamamlamak zorundayız. Ne yazık ki biz önce kalkınmayı tamamlayıp daha sonra 4 yaşından itibaren vatandaşını eğitmek zorunda olan bir ülkeyiz ve zor olanı seçtik. Eğitim ailede başlar, bizde ise eğitimli doğan çocukların ahlağı çoğu zaman ailede bozuluyor.
Şunu da unutmamalıyız. Geleceğin dünyasında üretim kolaylaşacak, bilinçli tüketicinin tüketimi ve bölüşüm teorisi üretim ve istihdamın önüne geçecektir. Teknolojideki gelişmeler bize bunu haykırmaktadır. Tüketimde adaletin farkına varamayan ve hizmet sektörü dışında istihdam teorisine takılanların işi geleceğin dünyasında çok zor olacaktır.
Sağlık ve Esenlikler