Halit KATKAT


Salgın dünya kapitalist sistemini ne yönde değiştirir?

Halit KATKAT


Ünlü Forbes dergisi her yıl yaptığı gibi 2020´nin dünya en zenginleri listesini yayınladı.
Derginin hesaplamalarına göre dünya genelinde 2 bin 95 milyarder bulunuyor, ama bu sayı geçen yıla göre 58 eksik. Yeni koronavirüs salgınının en çok Avrupa ve ABD´de etkili olması sadece sağlık alanında değil, aynı zamanda küresel hisse senedi piyasalarının çökmesine ve birçok servetin dibe vurmasına da neden olduğundan milyarderlerin sayısında da düşüşe neden olmuş.
ABD, 614 zenginle en çok milyarder çıkaran ülke olurken, onu izleyen Çin´den ise 456 isim bu listede yer alıyor.
Kapitalist sistem bireysel mülkiyete dayanır. Kapitalist kendi üretim alanını büyütmek isterken aynı zamanda ürününü pazarlayacağı alanları da büyütmek ister. Aynı pazarı kullanmak isteyen başka kapitalistler de olduğundan, birbirlerinin pazar alanlarını kullanmak isteyen kapitalistler arasında kavga durumu ortaya çıkar. Çıkarları birbirine zıt olan bu kapitalistler bazen birbirlerine tavizler vererek bu durumu çözmeye çalışırlar. Ama çözemedikleri durumda savaşlara baş vururlar. Yani kapitalist, ‘hem üretimimi dolayısıyla sermayemi özgürce istediğim gibi artırayım, aynı zamanda özgürce sınır tanımadan, ürünümü ve sermayemi dünyanın her yerine pazarlayayım´ ister. Üretirken kendi mülkünde özgürce üretir, kendi mülkü dışındaki dünyayı da bürokrasiye takılmadan özgürce kullanmak ister. İşte bu pazar alanlarının kavgasız paylaşımı noktasında diplomasi ve politika devreye girer; bunu da kapitalist devlet sermayeye bedava sağlar.
Her devlet kendi içinde yönetim şekline kendisi karar verebilir. Ama bu şeklin nasıl olacağını sınıfların konumlanışı belirler. Bugün dünyaya yön veren devletlerin yönetim biçimi burjuva demokrasisi olarak tanımlansa da aslında dünyayı tekellerin yönettiği açıktır. Tekellerin yönettiği bu “demokrasi” ekonomik bunalımlar, halk ayaklanmaları ya da bugün olduğu gibi salgın vb. nedenlerle acze düştüğünde mevcut demokratik sistemin dışına çıkabilirler. 2. büyük savaş öncesi Almanya, İtalya, Japonya vb. metropol ülkelerde olduğu gibi faşist yöntemlere başvururlar. Yani burjuva demokratik yollarla yönetemedikleri kitleleri zapturapt altına almak için askeri zora dayalı yöntemlere başvururlar. Kaleleri olan devleti tahkim etmek için her türlü zora başvurabileceklerini iki dünya savaşı ve birçok darbe gören dünya halkları tanıktır.
Bir tarafta sermayelerini devletlerin bütçelerini de aşan miktarlara çıkaranlar, diğer tarafta karnını doyuracak ekmek bulamayan yoksullar oldukça kapitalistler kendilerini güvende hissedemezler. İşte pandeminin de etkisiyle ekonomik krizin büyümesi sonucu, krizin yükünü işçi ve emekçilere yüklemek isteyen kapitalist tekeller ve yandaşı sınıflarla, bu yükü taşımak istemeyen işçi ve emekçi sınıflar arasında mücadele keskinleşir. Bu iki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişkinin çözümü de güce dayanır. Sömürücü sınıfların askeri ve mali gücü varsa işçi ve emekçilerin üretimden gelen gücü vardır. Bu güç karşılaşmasında elbette bir eşitlik yoktur. Sermayenin yüzyıllara dayanan yönetim deneyimi, siyasal partileri, bankaları, örgütlü askeri gücü vardır. Bugün işçi ve emekçi sınıfların ne güçlü birleşik sendikaları ne partileri ne de mali olanakları vardır. Geçmişte halk demokrasileri ve sosyalist sistem vardı. Kendi ülkelerinde işçi ve emekçilerin sosyalist sisteme özenmemeleri için kapitalistler, işçilerin de mücadeleleri sonucunda sosyal haklar verdiler.
Tekeller ve ona bağımlı burjuva devletler elbette iktidarlarını tek elden bürokrasi olmadan yönetmek isterler. Yani meclis iradesi olmadan, yargı bürokrasisine takılmadan, yerel idarelerin engeline takılmadan bir kişinin kararı ile yönetmek kendilerinin çıkarına olandır. İşte bu durumda bile tekeller arasında uzlaşmazlık kaçınılmazdır. Bu karar verici hangi tekelin çıkarını koruyacaktır. Ülkedeki bu tek karar verici ayrıca halk kitlelerinin çıkarını değilse de bu kitlelerin toplu hareketlerini göz önüne almak zorundadır. Kısaca ülkenin demokrasi ile mi yoksa dikta ile mi yönetileceğine tek adam tek başına karar veremez. Örneğin bugün için ilaç tekelleri hastalığın bitmesini istemediği gibi silah tekelleri de savaşların bitmesini istemez. İnşaat sektörünün başındaki tekeller de silah tekelleri gibi düşünür, yani savaşlar olsun inşaat işleri artsın. Bunalım arttıkça bu çelişkiler derinleşir. Bu çelişkilerin gidişine baktığımızda eğer işçi, emekçi, yoksul halk kesimleri ve demokrasi isteyenler güçlü ve örgütlü çıkışlar yapamazlarsa dünyanın gidişatı faşizm yönünde olacaktır.