Müslüm KABADAYI


ŞAMANLAR VE MİTLERİN SANATI

Müslüm Kabadayı


İnsanın bedensel varoluşunu sürdürebilmesi için alet yapması gerekiyordu. Alet için yararlandığı ilk kaynaklar ağaçlar ve taşlar oldu. Bunları biçimlendirirken ortaya çıkan heykelin, fonetik sanatlardan da (şiir ve müzik) önce olduğunu düşünen sanatçılardan biridir Mehmet Aksoy. Bunu da doğa-insan-toplum ilişkisindeki özü sürekli yeni biçimlerle ifade etmenin en önemli aracı olan sanatı, kendi pratiğinde 60 yılı aşkındır canlı kılan Mehmet Aksoy, 80 yaşına adım attığı bugünlerde “Şamanlar ve Mitler” konulu heykel sergisiyle bir kez daha gerçekleştirdi. Onun 80. yaşına, 28 Eylül´de Ankara´daki Arkeoloji ve Sanat Müzesi´nde açtığı bu sergi ve yaptığı söyleşiyle zenginlik katmasını anlamlı buluyor ve kendisini kutluyoruz.

Yüzlerce sanatçı ve sanatseverin katılımıyla gerçekleşen sergi açılışının ardından Erimtan salonunda gerçekleştirilen söyleşiye de ilgi yoğundu. Kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Kıymet Giray´ın yaptığı söyleşide Mehmet Aksoy´un altını çizerek dile getirdiğim mesajları şöyle özetlemek mümkün:
“Genel olarak sanat, insanın güzel olanı keşfetmesine olanak sağlamalı. Sanatçı da doğadan kopmadan kendini var edebilmenin özgünlüğünü ve özgürlüğünü yaşamalı. Bugün insanlığı, özellikle Türkiye halkını tehdit eden en önemli şey, insana ve doğaya saygının kaybolmasıdır. İşte şamanlar, bu saygının yeniden kazanılmasında ve güçlendirilmesinde en önemli örnek tiplemelerdir. Onun için bu sergimde doğanın dilinden anlayan şamanlarla şahmeran arasında bağ kurmaya çalıştım. Bütün toplumlardaki mitlerin özü, insanın var olma savaşını anlamlandırma çabasına dayanır. Kapitalizm, insanın var olma savaşını doğayı yok etme kertesine dönüştürdüğü için bu tehlikeli gidişe dikkat çekmek istedim.
Heykelin ışık yontmak anlamına geldiğini uzun uğraşılardan sonra gördüm. Resim ve diğer plastik sanatlardan farklı olarak heykelde form-mekan ilişkisi önem kazanır. Son zamanlarda kimi kurum ve kuruluşlar, “seri üretim”den çıkardıkları “heykel”leri hiç ilgisi olmayan yerlere dikiyorlar. Ağacın altında heykel olur mu? Işık-form ve mekan ilişkisinden yoksun bir heykel olabilir mi? Ne yazık ki böyle bir saygısızlık var heykele karşı ülkemizde. Bunun önüne geçilmeli.
Heykelde genellikle taşı tercih ederim. Taşın fazlalıklarını atarak kendi özümüzü ortaya çıkardığımızı düşünüyorum. Kuşkusuz metal, cam ve diğer malzemelerle de heykeller yapılır. Bu anlamda teknolojinin olanaklarından yararlanmanın, sanatçının zamanın gerisine düşmemesi bakımından gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Örneğin son çalışmalarımda lazeri kullanmam bunun bir göstergesidir.
Türkiye´de sanat eğitimi, özellikle heykeltıraşlık eğitimi yerlerde sürünüyor. Bu işin fakültelerde değil, sanat işliklerinde, okullarda bizzat hocaların öğrenci önünde uygulamalarıyla eğitiminin yapılmasından yanayım. Bugün en çok böyle bir eğitime ihtiyaç var.”
Uzun söyleşinin özetinin özeti diyebileceğim bu değerlendirmelerin somutlandığı 44 eserin sergilendiği salonun ışıklarını da ayarlayan Mehmet Aksoy, bu sergi için özel yaptığı ve camı ustalıkla kullandığı “kendini doğuran adam” heykeliyle yaşamın özüne dair yeni bir yorum getiriyor. “Yaşam Ağacı”, “Sağaltıcı Şaman”, “Havva, Yılan ve Elma” adlı eserleriyle Mezopotamya-Mısır ve Anadolu uygarlıklarının sentezini yapıyor. Doğanın başlı başına özel bir sembolü olan yılanın hiçbir zaman öldürülmemesi gerektiğini, “Şahmeran” heykeliyle beyinlere nakşediyor.
Büyük ve küçük ölçekli heykellerin, her aşamadaki okullar tarafından gezilmesi, öğrencilerin edebiyat-tarih-sanat derslerini de pekiştirmeleri bakımından çok önemli. Eğitimde müzelerin işlevi, böyle sergilerle çok daha derinden hissediliyor. Bunu, beş yaşındaki kızımız Evin´in heykelini görünce “Bu pegasus” demesinden gördüğümüzü de belirtmek isterim.
Bu serginin geciktirilmeden Mehmet Aksoy´un doğduğu toprak olan Hatay´da sergilenmesinin altını çizelim. Hatay´daki belediyeler başta olmak üzere Mustafa Kemal Üniversitesi bu işe öncülük etmeli. Böylece, sanatçının eserlerinin oluşmasında derin izler taşıyan Hatay´da bu eserleri sergileyerek kentteşlik duyarlığının da oluşmasına katkıda bulunmalarını diliyorum.