Fevzi MAMİOĞLU


“SARIMSAKÇI”

Ben göz kapaklarımın seğirmelerine pek öyle kulak asanlardan değilim.


Ben göz kapaklarımın seğirmelerine pek öyle kulak asanlardan değilim. Sinir zayıflığı der geçerim. Kimilerinin de “Ay hayırlara vesile olsun kardeeeş, bir rüya gördüm. Allah encamını hayr etsin. Dün rüyamda et yedim. Hem de bulgurlu.” 

— Eee ne var bunda?
— Valla annemden duydum. Tecrübeyle de sabit ivallah! Mutlaka nahoş bir şey olacak... ”Bu türlerden uzak durunuz. Gördüysen gördün. U zıkkımlandıysan zıkkımlandın. Bana ne senin rüyandan! Hele dinleyenlerden biri çokbilmişse “-Yiiiiih ya veyl veylik. Rabbe u ilehe yicğelo le her. Stheyde. Lyovm beddoy sir şi vıhiş.”
Veyl olsun sana. Allahım sen hayırlara tebdil et. Bu gün kötü bir şey olacak. Dikkat et. Der ve fitili alan da, tüm gün etrafına terör estirir de estirir! Cümlemizi bu tür insanlardan koru ya rabbi. Diyelim ve konumuza dönelim.
Geçtiğimiz cumartesiydi. Spordan sonra, öğleye doğru bir şeyler atıştırdım. Gazete okudum. İçim geçmiş. Bir rüya gördüm. Ala her nşalla! Kal (Buradaki “kal” sözcüğü, yörede cümleye başlarken kullanılır. F.M.) benle küçük Gülseren yıkılan üst geçidin oralardayız. İnşaat halindeki bir apartmanın altındaki dükkândayız. Şortluyum. Ev yok bark yok. Adem babayız yani. (Yoksul, fakir anlamında.) O dükkâna giriyoruz. Şortla, akan bir suyun altına girip yıkanırken bizim Mustafa geliyor. Mustafa Şenkal. Kütüphanede birlikte çalıştıydık. Polis olmuş. Ver elini diyor. Kelepçe takıp karakola götürecek!” Ben rüya içinde rüya gören biriyim galiba. Rüyayı gördükten sonra uykumda sayıklamışım.
— Mustafa oğlum bırak beni. Şimdi sahilde beni bu halde görenler ne diyecek, diyormuşum. Birden bir yerlerini yırtarak bağıran birinin sesine gıcık oluyorum. Ohhh uyandım. Da, o cırtlak ses hala feryatlarda! Rüyadan etkilenip!!! Sinirlenmişim. Ya Allah ya sater dedim kalktım. Ayağımı bazanın köşesine vurdum. Banyoya girdim. Uçkur kördüğüm olmuş. Vakit yok. Tren kaçtı kaçacak. Hanımdan makası istedim. Ne yapacakmıştım?
— Ya merak etme bir yerlerimi kesmeyeceğim. Şortun şeyisini keseceğim. Demeye kalmadı. Uçkuru çözebildim.
Böyle durumlarda hanım muhteşem bir psikologdur. Yüzümdeki barometrenin inişli çıkışlı hallerine bakar, tedavimi ona göre yapar.
— Hayatım btışrap lavanda? Lavanta içer misin?
— Evet lütfen. Hemen yetiştirdi. Zafer gazinosundaki (Şimdiki Milli Piyango idaresinin olduğu yerin köşesindeki ünlü gazino. Üzerinde de Ankara oteli vardı. Rahmetli matematikçi Ferit Cerep´in babasına aitti.) garson Ahmet bile bu kadar seri değildi. Lavantayı içtim. Haberleri izliyorum. O mahut ses yine meydanda! “Muhterem mahalleli. Sizlereee Kastamonu´nun meşhuuur sarımsağını getirdik. Beş liraya.” Hay getiremez olaydın e mi!? Duymayanlar için yazıyorum. Hani sabahın 04´ünde ayaklarının üzerinde yaylanarak öten horozun feryadı, vallahil ğazim, o hoparlörün yanında karınca sesi gibi kalır. Anlayın işte! Sinirlendim yine. Balkona çıktım. Pekmezcilerin köşesinde. El ettim. Minibüse çıktı çalıştırdı. Balkonun önüne geldi.
— Ağabey kaç kilo? İçimden (U riği tirğik. Dert seni dağlasın!)
— Oğlum sen kimsin de beni uyandırdın?
— Etme be ağabey. Uyuyor muydun? Nezakete bak yaa!
— Hay ceddine rahmet. Evet beyefendi. Hangi hakla beni uyandırıyorsun? Hemen teybi kapattı. Özür diledi gitti.
Oturdum bu yazıya başladım. Lavantalı çay da hazır. Bu kez tam da balkonumuzun dibinde, aynı teranede ve fakat desibeli daha yüksek bir tanıtım atağına maruz kaldım. Yine sarımsak satan biri. Hanım ocakta yemek hazırlıyor. Yüzü pencereye dönük. Sarsılıyor! Sandım ki ağlıyor. Eniştesi hasta da. Sinir bozucu sesi unuttum.
— Ne oldu canım, dedim. Yan tarafa bakıp salona geçti. Peşinden koştum. Meğer gülmekten katılıyormuş da görmemi istemiyor!
— Fevziciğim sarımsakçıyı duyunca ya Rabbi sen bu adama sabırlar ihsan et, diye dua ederken gülmem tutmuş. Balkona çıktım. Derin bir nefes aldım. Ona kadar saydım. Peeeeyyniiir diyerek içimden.
— Heeeey sarımsakçı bakar mısını patlattım. Patlattım diyorum. Ancak duyurabildim!!
— Emmret abim. Kaç kilo?
— Ana.... diyeceğim, demedim. Gülseren´in RÜTÜK´ü devreye girdi!
— Sesini yükseltme. Mahalleye rezil olmayalım, dedi ve emir telakki ettim de hoparlör susmaz! Dayanamadım. Bağırdım.
— Vlan sizi şikâyet etmeli valla. Bu kaçıncı be. Zabıtayı mı çağırayım. (Aradım da. Plakasını istediler. Onlar da haklı.) Sarımsakçı afalladı.
— Ağabey niye?
— Oğlum demin de bir arkadaşınız geldi. Beni uyandırdı. Ben de ona bağırdım.
— İyi etmişsin. Kulağımın biri sağır ve duymayıp yakıştırırım ya! İyi etmiş der gibi geldi, dur dedim keseri aldım aşağıya ineceğim. Hanım koşturdu.
— Vlek vakkef vakkef. Izzeleme meykul iyi etmişsin ona bağırmakla. (Dur dur. Adama iyi ki bağırmışsın.), dedi ve içeri aldı. Elimden bir kaza çıkacaktı Alla yıhfez!
Olay bu efendim. Daha bunun gibi neler. Mesela
— Çökelekçi geldi çökelekçi diyen peynir satıcısı. Sabah sabah zile basıp Necmiye teyzeyi uyandıracağına,
— Süüüt geldi, diye bağıran adam. Ya da apartmanın tüm zillerine basarak çıkan sakinlere
— Ağabey, abla, elimde beş kilo süt kaldı alın diyen el arabalı kadınlar. Hepsi ama hepsi haklılar. Ekmek peşindeler. Ama birader, ya şu gürültülü kentte, (Battı çıktı için yollar kesildi. Antakya´ya gidişin bir bölümü bizim Mithat Paşa caddesinden geçiyor.) bırakın millet biraz uyusun ya. Olmaaaz. İlla velâkin mahalleyi velveleye vereceğiz! Olan da benim gibi yaş almışlara oluyor! Ne diyelim. Bizleri rahatlatmak ve huzurlu bir ortam için çalışan değerli idarecilerimize saygıyla duyurulur.