Sadullah ÇAĞLAR


ŞARLO´NUN AMERİKAN RÜYASI

Sadullah ÇAĞLAR


 

Beyaz perdenin unutulmaz sanatçıları arasında yaratıcı aktörler vardı. Aradan yıllar geçse de sanat değeri olağanüstü olan kişiler unutulmadı. Neden? Çünkü seyirci onlarla beraber yaşardı. Çağın ölümsüz yıldızları sinemanın karanlık salonundaki seyircileri duygulandırır bazen gözlerini yaşartırdı.

Bir bakarsınız filmin bir sahnesinde kahkahalarla gülersiniz. Ama günümüz sinemasında artık rolünü yaşayan ve bunu seyirciye yaşatan oyuncuya rastlamak çok zor. Örneğin geçmiş yıllarda hala hatırlanan Charles Chaplin beyaz perdede sokaktaki sıradan insanları öne çıkaran acıyı komediye dönüştüren, çalışan yoksul insanı anlatan bir sanatçıdır.

Chaplin´in en önemli çıkışı Hollywood´un üzerindeki kırmızı şalı kaldırıp Amerikan rüyasının bittiğini gösterir. İlk yaptığı sessiz filmlerden göçmenleri konu alan filmde, ABD´ye büyük umutlarla göç eden fakir göçmenleri getiren gemi New York limanına yaklaşırken hürriyet meşalesini elinde tutan barış kızını seyreden göçmenler özgürlük anıtına bakarlar.

ABD gerçekten hürriyet ülkesi mi idi, bu tartışmalı bir konudur. Göçmen bürosuna getirilen zavallı göçmenler, renkleri sararmış, satılık köyleler köleler, polis gözetiminde sıkı bir sağlık kontrolünden geçirilirdi.

Yüzlerinde yoksulluğun görüntüsü akan insanlar ABD´nin katı yüzü ile gümrük kontrolünde karşılaşır. Chaplin, göçmen filminde ABD´nin katı sistemini yargılar.

Charlie Chaplin 1930 yılında Modern Zamanlar filminde sanayileşme dönemi insanının bir robota dönüşeceği mesajını verir. Yani sevmeyen, duymayan ve duygusallıktan uzak bir insan.

Acaba bu yeni insan tipini önceden gören deha sanatçının bunu 1930´lu yıllarda filme yansıtması büyük bir başarı değil mi?

1980´li yıllarda ABD tarafından gündeme alınan Yeni Dünya Düzeni´nin ne anlama geldiğini sanatçı Modern Zamanlar, filminde 50 yıl önce göstermişti.

Yazar Philippe Sauport Chaplin´i şöyle tarif eder;´´Hem hırsız, hem namuslu, ayrıca korkak ve cesur hem de şeytani işler çevirir. Hem saftır, kurnaz, hüzünlü ve neşelidir´´. Kısacası Chaplin çok renkli karakteri ile beyaz perdede kimsesiz yoksul halkın sözcüsü oldu. Göçmen filminde eşyaları çalınan yoksul kadına yardım etmek için her türlü tehlikeyi göze alır.

Kumarda kazandığı parayı bu fakir kadına verir. O daima insanları mutlu etmeye çalışır. Şehir Işıkları filminde ise intihar etmek isteyen zengin bir kişinin tesadüfen hayatını kurtarır. Tanımadığı zengin kişi ona minnet duyarak hayatımı kurtardın der.

Chaplin bu dostluğa çok güvenir ama bir gün dostunun onu çoktan unuttuğunu anlar. Parasız kaldığı bir gün hayatını kurtardığı adamın köşküne gider. Hizmetçi ise patron evde yok dese de kapının önünde lüks araba patronu beklemektedir.

Oradan umutsuz bir şekilde ayrılır, tesadüfen şehrin kaldırımda yürürken gözleri kör çiçek satan bir kıza rastlar. Umutsuzluk bir anda umuda döner ve yaşamı değişir. İlk defa kalbi heyecanla çarpar ve; ´´Aşk denen duygu acaba bu mu?´´ der.

Çıkarsız sevgi umutsuzluğu bir anda yok eder. Chaplin aşkı yeni tanımıştı. Şehir Işıkları filmi onun son çevirdiği sessiz film olur.

Chaplin zenginleştiğinde, bir arkadaşı Chaplin´e´´Neden üzgün görünüyorsun bugün?´´ diye sorar.´´Ben beyaz perdede hep çaresiz adam rolünü oynadım. Şimdi ise zengin olmanın sıkıntısını yaşıyorum. Bir yerde çok sevdiğim yazar Jack London´un kendini anlattığı Martin Eden romanında yaşadığı çelişki dolu son yıllarını yaşıyorum. Jack London´un kendi yaşamını anlattığı kitapta Martin Eden yoksul yaşamdan burjuva hayata geçişi anlatır:

“Ben zengin Cenevre´de o göl manzaralı ortamda yaşadığım malikanemde, Londra´da annemle beraber yaşadığım yoksullar evindeki günlerimi arıyorum.

Çok sonraları Amerika´ya göçtüğümüz dönem şöhreti yakaladığım yıllarda annemi Hollywood´a getirdim. Ama o mutlu değildi, bana bir gün; “Chaplin beni Lonra´daki fakir evime götür´´ diye ağladı ve son günlerinde hep Londra´daki yoksul ama mutlu olduğumuz günleri özlüyordu.

Chaplin, zenginliği yakalamasına rağmen yoksullardan yana olmaya devam etti, Jack London en sevdiği yazardı. Yakın dostum dediği ve sosyal içerikli romanlar yazan Upton Sinclair ve onun Altın Zincir kitabı, başucu kitabıydı.

Mahatma Ghandi, Hindistan´ın bağımsızlık mücadelesi günlerinde İngiltere´ye gelir. Chaplin onu Londra´da özel olarak ziyaret eder ve şöyle der;

‘´Bay Ghandi, ulusal mücadelenizi destekliyorum. Haklısınız zira özgürlük doğal hakkınız. ‘´

Chaplin siyasal olarak bir sinema dehası idi. Diktatör filmini yaptığı zaman henüz 2.Dünya Savaşı başlamamıştı. Ama dünya savaşının başlayacağını yaptığı bu filmde haber verir.

Chaplin uzun yıllar ABD´de yaşadığı halde, ABD vatandaşı olmayıp İngiliz vatandaşı olmaya devam etti. Bununla ilgili olarak, “Ben bir İngiliz yahudisiyim, onun da ötesinde dünya vatandaşıyım. Bütün hayatım boyunca barışı hedefledim.´´ der.

Diktatör filminin son sahnesinde yaptığı konuşmada, “Üzgünüm ama ben bir imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Ne kimseyi idare etmek, nede ülkeleri fethetmek gibi bir niyetim yok. Elimden gelse herkese, yardım etmek isterdim. Bu dünya hepimize yeter.

Silahlanmaya para harcamak yerine Afrika´da açlık çeken insanlara gıda yardımı yapalım.´´

Chaplin sanatını insana yönelik hizmet yoluna adamıştır. Bu durum ise ABD´nin muhafazakar çevrelerinde tepkiye neden olur. Onu düşünceleri nedeni ile yargılamak istedikleri zaman ABD´yi terk etti.

Londra´ya gitmek için bindiği gemide ‘´Benim için Amerikan rüyası bitmiştir´´ der. Hollywood sineması artık soğuk savaşın sadık bir taraftarıdır.

Chaplin üzerinde ki bol elbiseleri ve ayağındaki eski potini ile bizlere güzel bir insan tablosu çizdi. Onu o yoksul kıyafeti ile selamlıyorum.