Nurullah ER


SAVAŞ VE BARIŞ

NURULLAH ER


Savaş ve barış.

İki zıt kavram.
İnsanoğlu tarih boyunca en çok barışı konuşmuş, ne var ki, en çok savaş günlerini yaşamıştır.
Savaşmıştır tarih boyunca, barış günleri savaş günlerinin yanında devede kulak kalmıştır.
Çağ ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, bilimsel ilerleme hız kazanıp, refah düzeyi yükseldikçe, demokratik yaşam ilerledikçe savaş günleri geride kalır mı diye umut etsek de hepten avucumuzu yalamışızdır.
Demokratik yaşamı kuranlar, refah düzeyini yükselten devletler sürekli savaşın kötülüğüne, barışın özlemine dair söylemlerde bulunsalar da mevcut yaşanan savaşın müsebbibi hep kendileri olmuştur.
Savaş sanayisi kurarak, silah satarak adeta para basmışlardır. Geri kalmış ülkeleri de, demokrasiye, özgürlüklere, adalet ve eşitlik üzerine nutuklar çekerek aynı devlet içerisinde yaşayan halkları ‘böl, parçala´ yöntemiyle birbirine düşman edip, barışı getireceğiz, demokratik ortamı yaratacağız diye işgal ederek, yer altı, yer üstü değerlerini ve emek gücünü sömürmüşlerdir.
Ortadoğu coğrafyasının kan gölü olması, ülkemizdeki terör, hep bu politikalar üzerine kurulmadı mı?
Suriye iç savaşı üzerine, ABD ve Avrupa ülkeler karşısında bir güç dengesi olduğunu ispat eden Rusya ve Başkanı Putin, Batı bölgesindeki ülkelerin, ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri tarafından kuşatma altına alındığını farkedince, NATO´ya gireceklerini görünce gelecek yıllarda bölgesinin ve ülkesinin bir Ortadoğu coğrafyası konumuna geleceği düşüncesiyle, Sovyetler Birliğinden kopan özerk Ukranya Cumhuriyetini işgale kalkıştı. Kendini kınayan ve demokrasi dersi vermeye kalkan ABD ve Avrupa ülkelerine, “Sizin ne işiniz vardı, Irak´ta, Suriye, Mısır ve Libya´da? O ülkelerin refahını mı yükseltiniz, demokratik ortamı kurup barışı mı sağladınız?“ sorusunun cevabını alamayınca haklılığının iddiasıyla saldırganlığını arttırıyor.
Her ülke kendi toprakalarının ve halkının güvenliğini sağlamak ve korumakla gerekeni mutlaka yapar. Ama bunu savaş yoluyla gidermeye çalışmak, sorunu çözmekten daha çok sorun yaratmadan başka bir gelecek yaratmaz.
Geçmişte işçi sınıfının dünyasını kurmaya çalışan, barış türküleri söyleyen Sovyetler Birliği´nin mirasçısı Rus Devlet Başkanı Putin, kendi toprağından ayrılmış, büyük çoğunluğu Rus vatandaşı olan Ukranya ile savaşıyor. Ukranya devlet başkanı, Avrupa ülkelerini ve ABD´yi yardıma çağırıyor. Onlar kuzu postuna bürünüp, Ukranya´ya silah ve ekonomik yardım yaparak, Rusya´ya ekonomik yaptırım uygulayarak, Rusya´ya geri adım attırarak gelecek yıllarda bölgeye sahiplenme hesabı yaparken; şu anda ölenlerin, yaralanaların, mağdur olanların sayısıyla kimse ilgilenmiyor. Yok olan şehirleri, yakılıp yıkılan evleri, darmadağın olmuş iş yerlerini kimse umursamıyor. Metro istasyonunda doğum yapan anneleri, kaçarken ölen kadınları, çocukları, babaları, dedeleri kimse önemsemiyor.
Savaşta insanın hükmü yok!...
Milyonlar ölse de, tüm şehirler yakılıp yıkılsa da, her şey sıfır olup sil baştan başlasa da bir şey değişmiyor.
“Bir savaş ancak son asker de gömüldüğü zaman bitmiş sayılır” diyor Alev Alatlı.
Zaten yoktu, bundan sonrada, dünyada ‘barış´ hayali büyük bir yalan.
Her savaştan sonra kuzu postuna bürünen emperyalist güçlerin liderleri, bilin ki yeni bir savaşın hazırlık sessizliğini bizlere barış günleri gibi gösterip, yeni düşman yaratma peşinde oldukları unutulmamalı.
Savaştan zenginliğine zenginlik katan küresel güçler asla topraklarında kalarak yetinmeyeceklerdir. Bu tarih boyuca böyle olmuş, bu sistem böyle oldukça, böyle de devam edecektir. En çok sevilen krallar ve padişahlar, en çok savaşanlar olarak görülmüştür.
Dünya toplumları barışı yaşamak isteseler de, savaşı kazanan, güçlü olanı daha başarılı bulup onları daha çok sevip kahraman ilan etmişlerdir. Kaç milyon insanın öldüğüne geriye dönüp bakmamışlar bile.