Mustafa AKYÜREK


SEVGİ LEHÇESİNDE YASAKLAR

Mustafa AKYÜREK


 

Yasaklarla dar alanlarda zaman doğruyor, gün tüketiyoruz.

Güneşin şavkı neredeyse alnımıza değmiyor, saçlarımızı görmüyor.

Varolan dışarı çıkma yasaklarının yanında kendimize uyguladığımız kısıtlamalar hiç kalır. Gönüllü tutsaklığımız olağan hale geldi, gelecek.

Siz bakmayın bilim insanlarının dediklerine, tuzu kuruların ekranlarda boy göstermelerine.

Uzaklık-yakınlık anlamında ayar çekmeleri, kapalı yerlere giriş çıkışlar, el yıkama sürelerinin kumpas ölçümleri ve hijyen…

Hele de hijyen denilen İngiliz soylu gizemli kavram uzak dursun bizden. Çünkü; biz öncelikle toprağa el sürmeyi, kül suyuna çamaşır yatırmayı bilir ve defne yağını sabuna katık yaparız.

Ha, yeri gelmişken dilimize dolanmış ve yabancı yabancı kokan kelimelerin ‘halkça´sı yok mu diye sorasım geliyor.

Şu hijyen denilen soylu(!) sözcüğe temiz, pislikten arınmış ve her dem ışıltılı ışıltışlı parıldayan nesne dersek olmaz mı?

Olmaz mıydı pandemine salgın, filasyona bulaşma zinciri diyebilsek?

Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdilik bunlar aklıma geldi. Daha ne özgün sözcükler, kavramlar var toprak dilinde, su lehçesinde.

Anlaşılan reçete diliyle konuşmayınca büyüklük, çok bilmişlik ve tepeden bakma bitmeyecek.

Az kalsın, nerede kalmıştık demeyi unutacaktık…

Yasaklamalar, kısıtlamalar demiştik. Bunlara bağlı olarak sarılmaca, koklamaca, yakınlaşmaca, öpüşmece ve daha nice sayamadığım eylemler.

Hemen hemen bütün kültürlerde tokalaşma diye bir şey var. Bakışmaca zaten var oğlu var.

Yıkımlar, kayıplar karşısında herkesin yüzü asık, gözleri nemli.

Bu durumda kızgın ve ağlamaklı olanların yakınlarına, dostlarına sarılma gereksinimleri vardır. Omzuna yaslanacakları birileri olmalı.

Asimetrik yamuk düzeneklerde sevinçler paylaşılır, özgün mutluluklar dağıtılır dostlar arasında. Lüle saçlar hasretle sıvazlanır, perçemler koklanır.

En önemlisi yakınınızdakilerin kokusunu solumak ve gözlerin karşılıklı düğümlenmesidir.

İyi güzel de yakınlaşmak, elleşmek, dokunmak sakıncalı değil mi?

Böylesi eylemlerin sonunda biteceği yer sedye değil de nedir ki?

Şunu diyenler olcaktır, elbette… Sedyeden öte ölüm vardır. Bu nedenle kendimize koyduğumuz yasaklar bir çeşit zırhtır; bizi zamansız ölümlerden korur.

Bu kaygıları hiçe sayanlar olsa olsa sanal alemde, film öykülerinde olur.

Aşk-ı Memnu dizisinde görüldüğü gibi Bihter´in çıplak ayak sesleri koridor parkelerini incitmeden Behlül´ün odasına gölgesini düşürür, ellerini bırakır sevdiceğinin avuçlarına…

Cennet bahçesindeki elma dişlenir, yasaklar çitleri aşar.

Dediğim gibi, film bu. Gerçek hayatta film çekenler de olur elbette.

Ne diyelim!

Biz bize kaldığımızda hayatın şamarları suratımıza iner…

Başlar karantinanın dayanılmaz ağırlığı.

Caddelerin ıssızlığı, sokakların boşluğu ve direklerin lambaları kocaman bir hiç olur.

Yutkunup da ‘gönülden gönüle´ diyecekken ansızın duvar saatine takılır gözümüz.

Anlaşılan bir önceki akşamın benzerini yaşayacağız. Bunu yelkovanın hızından anlıyoruz.

25.04.2020
akyurek1956@hotmail.com