Sadullah ÇAĞLAR


Sevmenin bedeli

Sadullah ÇAĞLAR


Bilim insanları ‘Sevmişsen yaşamışsın´ derler. Aslında her seven kişinin kalbinde özel biri vardır. Tıpkı unutulmaz bestekar Sadettin Kaynak´ın bestesindeki ‘Sen de Leyla´dan mı öğrendin cefakar olmayı´.

Ya da Şerif İçli´nin eseri ‘İçimden şu zalim şüpheyi kaldır, ya sen gel ya da beni yanına aldır, gözünü gözümün içine daldır´. Mecnun´a şöyle derler; ‘Leyla senin kendini acılara gömecek kadar güzel değil´. Mecnun; ´Siz benim gönlümdeki Leyla´yı bilemezsiniz‘ diyerek ölümsüz aşkını anlatır.

Sevgisiz kişi yaşamıyor demektir. Peki kimler sevmez? Elbette ki ölüler. Genelde insancıl duygular taşıyan her kişi sevdalanır. Bu bir tabiat kanunudur. Doğanın yasaları vardır. Peki sevmek tutkusunda belirleyici olan fiziki güzellik mi? Hayır, elbette fiziki görüntü önemli, ama asıl merak insanın bir anda kalben aşık olması fiziki yapıyı aşan bir olaydır.

Mesela çok güzel bir kadın yaşlı bir adama sevdalanabilir ya da siyahi bir insana beyaz sarışın bir kadın aşık olabilir, bunun pek çok örnekleri var. Fransız aydınlarından Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoıre´ın aşkları çok ilginçtir. Sartre sevdiği kadından yaşça çok büyüktür. Üstelik kendi deyimi ile Sartre yakışıklı değildi. Ama aralarındaki sevgi ölümüne kadar sürdü. Simone, Sartre´ye yazdığı mektuplarda aşkını anlatır;

'Ah sevgilim sen olmadığın zaman beraber olmadığımız günlerde sensiz hayat benim için yoktur, aşkım inan ki aklım hep seninle dolu. Sana o kadar ihtiyacım var ki anlatamam. Sizi tanımadan önce asla aşka inanmazdım. Sevgilim sevmeyi sen bana öğrettin.

Geçtiğimiz günlerde Paris´te Done Kafe de beraber geçirdiğimiz günlerde sen kitapların önünde ağzında pipo sanki beni unuturdun. Ama ben hep seni seyreder her şeyi unuturdum. Ve o anların bitmesini hiç istemezdim. Benim için en büyük mutluluk sendin.

Bazen kendimi Sheaskepeare´in eserindeki Hamlet´in çılgın sevgilisi Oftelya´ya benzetiyorum. Sizi bütün gücümle sonsuza kadar seveceğim, seni sabırsızlıkla bekliyorum. Senin Simon´un.'

Şimdi de Faruk Nafiz´den unutulmaz bir aşk mektubunu okuyacağız;

Sevgiliye bir gönderme ´Eğer Kral olsaydım senin için tahtı bırakırdım. Bütün yetkimi bir tek bakışın için sana feda ederek sana güneşten bir taç yapardım. Yüzündeki gözlerin karanlık gecelerde yolumu aydınlatır. Sevgilim bir busene her şeyi feda ederdim. Saçının yay gibi kuvvetli ve çelik tellerini uzun saçlarına sardığın örtüyü kaldırır baygın gözlerinin içine bakar seni sonsuza kadar seyretmek için neler vermezdim.

Seni hep hayallerimde aradım. Ama bir gün aniden karşıma çıktın. Ve aradığım sendin. Seni ilk defa gördüğüm zaman güzelliğin karşısında önünde eğildim. Yıllar yılı kalbim hep boşlukta kalmıştı. Seni tanıdıktan sonra kalbim ilk defa sarsılmaya başladı. Daha henüz adını bile bilmiyordum. Seni umut ediyor seni bütün yüreğimle selamlıyorum. Şair Faruk Nafiz

Alman filozof Göethe´yi dinleyelim; İşte onu göreceğim, işte benim her sabah uyanırken söylediğim ilk söz, her sabah doğan güzel güneşe sessizce bakarak ve onu göreceğim dedim.

Bazen geçmişte yaşanan sevdalar günümüzde yaşanıyor mu diye düşünürüz. Elbette insan soyu yaşadıkça unutulmaz aşklar yaşanacak. 18. yüz yılda yanşanmış ölümsüz sevdalar insanların o dönemde daha duygusal olduğunu gösteriyor. Mesela günümüzde bir Balzac ve onun romanı olan Vadideki Zambak gibi ya da Gustave Flaubert´in romanı Madam Bovary gibi eserler yazılamıyor.

Shekespeare´nin Romeo ve Jülyet ya da Otello gibi eserlerinde anlattığı sevdiği kadını kıskanan aşık sonunda ölüme sürüklenir. Fuzuli´nin yazdığı Leyla ile Mecnun romanı aradan asırlar geçmesine rağmen hala güncelliği koruyor ve kitapçılarda satılmaya devam ediyor.

Sanayi devrimi, batıda özellikle insan soyunun duygusal damarlarını yok etti. Kişi artık makineleşti ve paraya koşmaya başladı. Genelde insanoğlu var oldukça ölümsüz sevgiler ya da sevdalar hep yaşanacaktır.

1960 yılı Eylül ayında hüzünlü bir olay olur. Cenaze bandosu sevilen bir şarkı çalmaktadır. İzmir´de Kordon Boyunda bir cenaze töreni vardır. İnsanlar cenaze merasimi izliyorlar. Törende üstü açık bir tabut çiçeklerle donanmış. Cenaze alayının önünde çok genç ve güzel bir kızın resmi taşınmakta. Beyaz bir at cenaze aracını çekiyor. En önde bando Zeki Müren´in Beklenen şarkısının müziğini çalıyor. Halk ise büyük bir üzüntü içinde genç ve güzel kızın cenaze törenini izliyor.

Şarkının sözleri şöyle; Gözlerinin içine başka hayal girmesin, Bana ait çizgiler dikkat et silinmesin, Benden evvel başkası seni görüp sevmesin, İstersen yum gözlerini tıpkı düşünür gibi, Sana gelen yollarda daime beni bekle.

Zengin ailenin tek kızı beyaz atı ile hep geziye çıkardı. Umutsuz bir sevda yaşayan güzel kız sonuçta amansız bir hastalığa yakalanır. Ölmeden önce ailesine tabutun mezara konup herkes gittikten sonra bando tekrar Beklenen Şarkı´yı çalsın. Müzik çalmaya başladığında ben onu toprağın altında olsam da hissederim. Sevdiğim kişiye duyurun arkamdan gözyaşı döküp beni üzmesin.

Bu trajik aşkı yazarken çocukluk yıllarından günümüze kadar bıkmadan dinlediğim bir şarkı geldi aklıma; Müzeyyen Senar´ın taş plaklarından dinlediğim; Ahım gibi ah var mı acep ahlar içinde, Billahi ah ederim kabrin içinde.

Ne demişti çağımızın bilim insanları; ´Sevmesini bilenler büyük insanlardır.´ Bir şair günümüze sesleniyor: Sevgilim beni yak, fakat kalbimi yakmaktan çekin çünkü orda sen varsın.

Her şey insanı sevmekle başlar.