Sadullah ÇAĞLAR


SİNEMA TARİHİNE BİR BAKIŞ

Sadullah ÇAĞLAR


Beyaz perde dendiğinde hemen akla Amerikan sineması ve haklı olarak Hollywood gelir. Neden Amerikan sineması kurumlaştı ve kalıcı oldu? Aslında beyazperdenin doğum yeri Batı´dır. 1894 yılında Fransa´da yaşayan Auguste ve Luıs Lumıere kardeşler Lyon´da fotoğraf stüdyosunda çalışmaları sonucunda sinemayı keşfettiler.
Eddison´un elektriği keşfetmesi ve radyonun icadı beyaz perde öncesinin ayak sesleri idi. Radyonun keşfi İtalyan asıllı bilim adamlarının eseridir. Sinema aslında genel kültürü sokaktaki insana taşıdı.
Edebiyatın büyük eserleri başta Şekspir´in Hamlet´i, Romeo ve Jülyet´i yada Tolstoy´un Harp ve Sulh eseri Londra, Paris gibi büyük kentlerde burjuvalar tarafından opera yada tiyatrolarda seyrediliyordu.
Bu sayede aristokrat sınıf kültürel olarak gelişti ve politik önderler de bu sınıftan çıktı. Örneğin ABD başkanı genç Kenedy Beyaz Saray´da sürekli olarak senfoni konserleri organize eder ve canlı olarak dinlerdi.
Bir başka ABD başkanı olan Linkoln köleliği yasaklayan kişi olup tiyatroda Hamlet´i seyrederken öldürüldü. Sinema sayesinde yoksul insanlar az bir para ödeyerek hayal dünyalarını geliştirme ve kültürlerini arttırma şansına sahip oldu.
Örneğin Roma İmparatoru Neron´un Roma şehrini yaktırışını sinemada gören insanlar şaşkına döndü ama aynı zamanda bilgiyle donandı.
Nasıl unutabiliriz George Stevens´in Devlerin Aşkı (Giant) filmini. Filmin başrollerinde Elizabeth Taylor, Rock Hudson ve genç yaşta ölen ve efsane aktör James Dean vardır.
Politzer ödüllü Amerikalı yazar Edna Ferber´in 1952 yılında yazdığı Devlerin Aşkı (Giant) adlı romandan sinemaya aktarılan film gişede büyük başarı kazanmıştır.
Filmde Teksaslı büyük toprak sahibi Rock Hudson ticaret yaptığı aristokrat bir ailenin eğitimli kızıyla tanışır. Akşam yemeğinde kızın babası Hudson´a kaç dönüm toprağınız var dediğinde, Hudson; 55 bin dönüm der ve sığır ticareti ile uğraştığını anlatır. Ancak Elizabeth Teksas´ın aslında Meksika toprağı olduğunu ve Amerika tarafından işgal edildiğini söyler.
Evin kızı Elizabeth Taylor Harward mezunudur son derece kültürlü bir kızdır. Ailesinin isteği üzerine bir kaç gün içinde Rock Hudson´la evlenir. Teksas´a Hudson´un çiftliğine yerleşirler. Çiftlik işlerinden sorumlu olan Hudson´un kız kardeşine ise Elizabeth ev işlerinde yetki bende diyerek ağırlığını koyar.
Elizbeth eşi ile geniş toprakları gezerken başı dönünce kahya ile çiftliğe gönderilir. Yolda sohbet ederlerken kahya; Umarım buraya alışırsınız zira eşiniz son derece muhafazakar.
İsyankar yapısıyla kahya rolündeki James Dean gelini çiftlik işlerinde çalışan yoksul Meksikalıların oturduğu köye götürür. Meksikalıların yaşadığı köyde çocuklar hastalık ve öksürükten kırılmaktadır.
Bunu gören Elizabeth kahyaya; Neden buraya doktor getirmiyorsun? Kahya; Hanımefendi buraya doktor getirmemiz yasak.
Bunun üzerine Elizabeth doktor getirir ve hastalar tedavi edilir. Çiftliğe döndüklerinde Hudson neden göçmenlerin köyüne gittiniz diye sitem eder.
Bir akşam evin geniş salonunda çevredeki büyük toprak sahipleri ile yapılan toplantıyı izleyen Elizabeth´e kadınların toplantıya katılamayacağını söyler Hudson.
Elizabeth ise bunun tam bir feodal gerilik olduğunu söyleyip çocuklarını da yanına alır ve evi terk ederek ailesinin yanına döner.
Süreç içinde karısını seven Hudson kendini yeniler, ırkçı düşüncelerden vazgeçer, hasta göçmenleri ziyaret eder, tedavileri ile ilgilenir ve eşi ile barışır.
Eşi ve çocukları ile yemeğe giderken çocukların dadısını da beraber götürür. Ancak bölge son derece ırkçıdır ve lokantada garson zencilerin buraya giremeyeceğini söyler.
Kişiliği değişen Hudson ise garsona kimseye böyle hakaret edip kovamazsın deyince kavga çıkar, garson saldırır ve Hudson yaralanır.
Elizabeth ise eşindeki bu değişime şaşırır ve sana yeniden aşık oldum der. Sevgi adamı değiştirmiştir.
Devlerin Aşkı filminin Oskar ödüllü yönetmeni Stevans, Time dergisine haber olur ve filmin ırkçılığı anlatan en güzel film olduğunu yazar dergi. Filmin karakter oyuncusu James Dean ise film yapımı bitmek üzere iken trafik kazasında ölür.
Gelecekte şöhret olacağı anlaşılan Dean süreç içinde efsane oldu. Filmin yönetmeni George Stevans´ın 1951 yılında yaptığı Amerikan Rüyası filmini 1954´te izlediğimde çok etkilenmiştim.
Beyaz perde bir dünya rüyasıdır. İnsanoğlu bazen bir kaç saatlik rüyadan hiç uyanmak istemez.
Bir diğer unutamadığım film ise 1945 yılı yapımı Marakeşli Dansöz. Fransız işgali döneminde Faslı dansöz bir kadının Fransız askerle olan aşkını anlatır. Fransızlara karşı direnen halktan kişiler dansözü tehdit eder. Sevdiği düşmanla yaşadığı aşk sonucu ölüme yaklaştığını anlayan dansöz bir akşam sahnede sevdiği Fransız subaya; Bu benim son dansım ve bu dansı senin için yapıyorum.
Sinemanın dahi sanatçısı Çarli Çaplin sessiz filmi Göçmen ile Amerikan rüyasının ne kadar sahte olduğunu gözler önüne serer. Filmde iltica için gemi ile Amerika´ya gelmekte olan göçmenler hürriyet meşalesini elinde tutan simge heykele bakarken umutları çok azdır, zira göçmen bürosunda mültecilere kötü davranıldığı bilinmektedir. Filmin sonunda Şarlo yasak bölgeden bir kaç göçmeni geçirir ve cebindeki parayı onlara verir.
Ve unutulmaz masal filmi 1942 yapımı Bağdat Hırsızı filmi sonraki yıllarda defalarca yeniden yapılmasına rağmen hiç biri ilk filmin başarısını yakalayamadı. Filmde Prens Ahmet´in elinden veziri Cafer tarafından kurulan komplo ile saltanat alınır. Prens Ahmet hayatını kurtaran arkadaşı hırsız Sabu ile Bağdat pazarından yiyecek çalarken pazarı muhafızlar basar.
Prensesin geçeceğini söyler ve halkı pazardan çıkmaya zorlarlar. Ahmet nedeni sorduğunda prensesi görmek yasak zira göreni öldürürler denir. Prensesi merak eden eski prens Ahmet prenses güzel mi diye sorar arkadaşı Sabu´ya. Sabu ise ay kadar güzel der. Bunun üzerine Prens Ahmet büyük bir küpün içine saklanarak prensesin geçişini izler ve onun güzelliği karşısında büyülenir.
Prensese aşık olan eski prens Ahmet arkadaşı hırsız Sabu´dan kendisini saraya götürmenin bir yolunu bulmasını ister. Filmin sonunda kötü Vezir Caferi yenen Prens Ahmet prensesle evlenir. Bağdat Hırsızı filmi eşsiz sahne dekoru ile adeta eski Bağdat´ı yeniden canlandırmış ve Oscar ödülü kazanmıştır.
Son olarak başrolünde Greta Garbo´nun olduğu 1930 yapımı Grand Hotel filmi ve Greta´nın otelin salonundan çıkış sahnesi unutulmaz sinema klasikleri arasında yer alır.