Sadullah ÇAĞLAR


SİNEMANIN UNUTULMAZ FİLMLERİ

Sadullah ÇAĞLAR



Beyaz perdede geçmişte görüp aklımızda kalan klasik filmler var. Aradan yıllar geçse de bu önemli eserler hep hatırlanır. Nasıl unuturuz sinema tarihinin erişilmez sanatçılarını, onlar büyük aşk filmlerinde hep yaşardı. Seyirciler de onlarla duygulanır, göz yaşlarına hakim olamazdı.
Le Guepard filminde soylu prens orta yaşa gelmiş, bir gün çiftliğinde çalışan kahyası, kızını zengin kontun kuzeni ile evlendirip soylu ailenin yakını olma heyecanı içinde.
Kızını Kontun köşküne getirerek tanıştırmak ister. Genç ve olağanüstü güzel olan kız salona girdiğinde yaşlı prens şaşkına döner. Genç kıza bakarken büyülenir adeta.
Görgüsüz adam kızını öne sürüp prensin elini sıkmak isterken, soylu prens uşak gözüyle baktığı adamın elini sıkmaz, onu küçümser, sadece kızınız çok güzel demekle yetinir.
Genç kız nişanlısı prensle tanışma sonrası nişanlısına amcanız olan prens nasıl böyle genç kalmış der
Konunun en ilginç yanı kont yakın arkadaşına söyledikleridir: Bizim artık aristokrasi çağı kapanıyor, yeni kuşaklar geliyor ama cahil liberaller olacaklar. Onlarda dostluk arayanlar duvara çarpacak. Biz yanımızda çalışan köylülerin karnını doyururuz. Ama bunları sonradan görmeler yapmaz.
Le Guepard filminin son sahnesinde akşam baloda kuzeninin nişanlısı ile dans eden kont genç kızın estetik güzelliği karşısında çevreyi unutup uçarcasına dans yapması sonucu genç kız şöyle der; Sayın prens acaba sabahlara kadar dans etsek ve zamanı durdursak olmaz mı? Prens; Yakında sen de bizim ailemize karışıp soylu olarak aramıza katılacaksın, ama ne yazık ki ben yolun sonuna yaklaştım.
Genç kız ise prense cevapla; Ne olur sayın kont, heyecanınızı kaybetmeyin der.
LeGuepard sinema tarihinin en klasik filmi olup İtalyan asıllı yönetmen Visconti´nin; tüm filmleri unutulmazlar arasındadır. Özellikle Dostoyevski´nin kitabından alınan Beyaz Geceler filminde genç bir kız İtalya´nın Milano şehrinde evine giderken metroda hiç görmediği bir gençle tanışır ve gençler süreç içinde yakınlaşır.
Fakat kız yakışıklı gence ilgi duymakla beraber yakın akrabaları olan halaları evlerini pansiyon olarak kiraya verip geçimlerini sağlamakta. Bir gün soğuk havada karlı bir akşam aydın bir insan kitapları ile gelip bir oda kiralamak ister.
Evin sahibi aynı zamanda kitap okumayı seven biridir. Yeni kiracı evdekilere her gece kitap okur. Aradan aylar geçer evin kızı edebiyat meraklısı orta yaşlı adama aşık olur. Fakat günün birinde sevdiği kişi aniden evdekilere veda ederken sevdiği kıza ‘beni bekle, mutlaka döneceğim. Bana inan seni seviyorum´ der.
Aradan geçen birkaç yıl sonra genç kız metroda tanıştığı yakışıklı bir genci sever. Bir gün iki aşık eve dönerken eski sevgili ortaya çıkar. İlk şaşkınlığı atlatan kız eski sevgiliye şöyle der; Sen kayıplara karışmıştın, nerden çıktın şimdi der. Eski sevgili ise döneceğimi söylemiştim sana.
Genç kız iki aşk arasında kalır, bir tarafta kitapları koltuğunun altında kendisine dönen eski sevgili, diğer tarafta genç ve yakışıklı yeni sevgili. Sonuçta kitap sevgisi ağır basan genç kız eski sevgiliye döner.
Le Guepard filminin yönetmeni aynı zamanda Dostoyevski´nin romanından uyarlanan Beyaz Geceler filmini de yöneten Visconti´dir.
Filmin baş rol erkek oyuncusu Burt Lancester film yıldızı olmadan önce sirklerde çalışıyordu. Sonrasında HollyWood´a gelerek Aslanlar Kalesi ve Kahraman Korsan gibi macera filmleri ile öne çıktı.
Burt Lanchester süreç içinde İtalyan asıllı ve dünya sinemasının önde gelen yönetmeni Visconti´nin filmlerinde kendini gösterdi.
Onun Nazi savaş suçlularını oynadığı film olağanüstü idi.
Hitler´in Adliye Bakanı görüntüsünde hepimiz suçluyuz diyerek haykırması olağanüstüydü. Filme verilen Oscar Ödülü Burt Lanchester´e verilmeliydi. Ama ödül Alman asıllı oyuncuya verildi.
Burt Lanchester Hollywood´a geldiği günlerde canbazdan sinema oyuncusu olmaz diyerek onunla alay edenler zamanla Hollywood´u aşan Lanchester´e hayran oldu.
Sonuçta Hollywood ona Oscar ödülü verdi.
Sinema dünyası bazen yanlış ödüllere imza attı. Örneğin Antony Quin´in oynadığı Kazancakis´in kitabından uyarlanan Zorba filminde Quin, Zorba rolü ile romanı aşan bir sanat sergiledi. Film gişede rekor kırdı fakat dönemin Oscar ödülü tarihi Ben Hur filmine verildi.
Az bir farkla Oscar´ı kaybeden Quin, Zorba filminde harikalar yarattı.
1925 yılında siyah beyaz çekilen Ben Hur filmi ise daha görkemli idi. Kudüs´ün Roma tarafından işgali daha doğal anlatılmıştı.
Geçtiğimiz yıllarda Hollywood yönetmenlerin Woody Allen tarafından yapılan Gece Yarısı Paris filmi son yılların en güzel edebiyat içerikli filmi.
Paris´e turist olarak nişanlısı ve kızın aristokrat ailesi ile gelen amatör yazar Paris´te adeta büyülenir. Genç yazar Paris´te gezi yaparken Louvre Müzesine nişanlısı ile gider. Müze gezilirken genç yazar nişanlısına tabloları anlatırken Balzac´ın tablosunun önünde durur ve Balzac´ı anlatmaya başlar.
Ancak nişanlısı ve ailesi Balzak´la ilgilenmez ve müzeyi terk ederek biz daha eğlenceli bir yer yer olan Elisse sarayına gideceğiz der.
Bunun üzerine genç yazar da “Ben de gece yarısı Paris´i yürüyerek yağmur yağarken ıhlamur ağaçlarını altında gezeceğim” der. “Ben Paris´te sahafları ve yoksul mahallelerini, Amerika´da bulunan kösklere tercih ederim.”
Gece yarısından sonra klasik eski bir araba ile gezen kültürlü bir grup yolunu şaşıran genç yazarı arabaya alıp onu Moulen Ruj kafe bara götürür. Adeta zaman tüneline giren genç yazarı 70 yıl öncesine götürürler.
Orda genç yazar bir anda Ernest Hemingway ile tanıştırılır. Hemigway´i gören ve sevinçten şaşkına dönen genç yazar tam da olmak istediği yere ve 70 yıl öncesine gitmiştir. Hemingway´a kitabından bahseden genç yazar sabaha kadar sohbet eder.
Ertesi gün nişanlısı ile kaldığı otelde buluşan genç yazar akşam yaşadıklarını anlattığında nişanlısı; sen aklını mı kaçırdın, biz Paris´e eğlenmeye geldik, sen ise kitapların ve hayalindeki yazarların peşinden koşuyorsun, bizi, ailemizi dostlarımızın yanında küçük düşürüyorsun.
Genç yazar sevgilim; ben yeni sanatçı ve edebiyatçı dostlarla tanıştım, seni de tanıştırayım der. Nişanlısı; Bak beni dinle senin bu saçma düşüncelerinden ben ve ailem sıkılmaya başladık lütfen kendine gel, ya da tercihini yap sen Paris´te kal biz ABD´ye geri dönüyoruz.
Sonuçta iki ayrı dünyanın insanı olan genç yazar ve nişanlısı yol ayrımına gelir. Öğrenme tutkusu ile dolu genç yazar tercihini Paris´ten yana yapar.
Woody Allen, Paris´te Gece Yarısı filmi ile yeni bir çıkış yaptı.
Geçtiğimiz yıllarda İsveç´li artist Anita Ekberk yaşama veda etti. İsveç sinema dünyasına Greta Garbo ve Ekberg gibi baş döndürücü güzel sanatçılar kazandırdı.
Yine İsveç´li Ingrid Bergman, Jean Dark filmi ile sinema dünyasını sarstı. Bergman hep klasik filmlerde oynayarak 2 Oscar ödülü kazandı. Özellikle Anastasya filmi hala unutulmadı.
Anita Ekberg bir çok filmde oynadı ama sanat yönü gelişmemişti sadece kadın olarak baştan çıkarıcı özelliği vardı. Anita´nin en çok hafızalarda yer eden filmi Fellini´nin Tatlı Hayat filminde Marcello Mastroianni ile cevirdiği Roma´daki aşk çeşmesinde havuzda sarı saçlarını saçarak Venüs gibi güzelliğini sergilediği filmdir.
1960 yapımı La Dolce Vita fiminin yönetmeni Fellini, Anita için onun kadar güzel bir kadına hayatım boyunca rastlamadım.
Onu Aşk Çeşmesi sahnesinde gördüğümde acaba Venüs bu mudur diye kendimi sorguladım.
Bir gün Anita´ya filmin setinde bakarken, Anita bana dönüp bay Fellini seninle dünyalarımız farklı asla beraber olamayız dedi.
Aslında sinema dünyası geçmişten günümüze kadar unutulmaz İsveçli kadın oyuncu Greta Garbo ya da Cahide Sonku gibi Venüsler yarattı.