Halit KATKAT


Sınıf mücadelesi ve sınıf siyaseti

Halit KATKAT


 

Son bir ayda onlarca irili-ufaklı grev veya işçi ve emekçi direnişi yaşandı: Banabi, Farplas, Scotty, Hepsiburada, Yurtiçi, Trendyol, Digiturk, Çimsataş, Divriği Maden, Uzel, Tüvtürk, Lila Kağıt, lojistik ve taşıma işkollarındaki kurye işçilerine dayatılan düşük zamma karşı iş bırakması, çeşitli tekstil işletmelerinde iş durduran işçilerin ücret zammı talepleri ile kazanım elde etmesi, şantiyelerde madenlerde zorlu koşullara karşı gelişen protestolar, depo işçilerinin iş bırakma eylemleri, tırcıların ve kamyoncuların kontak kapatma eylemleri ile bazı metal fabrikalarında hak temelli eylemler öne çıktı ve ses getirdiler.

Birkaç gün önce doktorların ve sağlık emekçilerinin eylemini de bunlara ekleyebiliriz. Tabipler odası başkanı açıklamasında doktorların taleplerinin 1989´dan beri değişmediğini ifade etti. Doğal olarak hepimizin sağlığı için özveri ile çalışan doktorlarımızın yaşam standartları bunca yıla ve eylemlere karşın değişmemişti.

Son günlerde televizyonlarda hangi yurttaşa mikrofon uzatılsa elektrik, doğal gaz, akaryakıt ve piyasaya gelen zamlardan şikâyet ettiğini, geçinemediğini söylüyor ve hatta isyan ettiği açıkça ifade ediyor.

Gerek pandemi döneminde işçileri bunaltan ekonomik sıkıntılar ve hastalık sarmalı, gerekse de son haftalarda ortaya çıkan işçi hareketleri işçilerin bir sınıf olarak birleştirilmesi için fırsat yaratmışken sendikal bürokrasi buna kafa yormak yerine adeta mücadeleye engel olma yolunu seçmiştir.

İşçilerin inisiyatifinde gerçekleşen bu hareketler, mücadeleci bir sendikal anlayışın tartışılmasının olanaklarını da genişletmektedir. Mücadeleci sendikacılar ve ileri işçilerin oynadığı ya da oynayacağı rolü küçümsemeden, esas olan işçilerin kendi deneyimlerinden doğru sonuçlara ulaşabileceğini görebiliyoruz. Madem sendika bürokrasisi engel oluyor işçiler bunu aşmanın yolu olarak her fabrikada kendi temsilcilerini seçerek diğer fabrikalardaki işçilerin temsilcileriyle meclisler oluşturup ortak eylemlerin yolunu açabilirler, birbirlerine destek olabilirler. Burjuvazi nasıl kendi tarzını ve siyasetini oluşturmuşsa işçiler de kendi tarzını ve siyasetini oluşturmalıdırlar.

İktidar yanlıları asgari ücrete yüzde elli gibi büyük zam verildi diye övünse de ülkenin çalışan nüfusunun yarısından çoğunun asgari ücretin altına maaş aldığı gerçeğini değiştirmeyeceği gibi bunun işçi ve emekçi ailelerinin geçimine yetmediği gerçeğini de değiştirmiyor.

Ayrıca asgari ücret kâğıt üzerinde 4250 lira görünüyor, ama uygulama farklı. Patron işçiye diyor ki; ‘ay sonunda 4250 lira hesabına yatırıyorum, bankadan paranı çekince 1250 lirasını bana getiriyorsun´. Bunun denetimi var mı? Yok. İşçinin patrona bunu vermeme durumu var mı? Yok. İşçi ve emekçilerin ücretlerine yapılan zamlar da çok kısa sürede fiyat artışlarıyla eriyip gitti. Bütün bunlar gelecek dönem işçi ve emekçilerin öfkesinin artacağını, diğer sektörlerdeki işçilerin de katılarak daha kitlesel eylemlere evrileceğini söylemek kehanet olmasa gerektir.

İşçi sınıfının öfkesinin artabileceğini gören sendikal bürokrasi işçi mücadelesini sönümlendirmeye çalışılıyor. Sendikal bürokrasi biriken işçi öfkesini dağıtmak adına işçilerin sesini bastıran göstermelik mitingler düzenleyerek sermaye sınıfına geri adım attırmak yerine onları rahatlatacak bir biçimde öfkeyi yatıştıran, işçilerin gazını alan bir tutum sergiliyor. Sendika bürokrasisi pandemide işçileri hastalıklardan korumanın en iyi yolunun toplu olarak iş bırakma olduğunu bildiği halde bunun için parmağını oynatmayıp işçileri salgın hastalığın kucağına atmıştır.

Ancak işçilerin mücadele eğilimini “felç” eden bu taktiğe karşı işçiler kendi işyerlerinde yukarıda sayılan örneklerde görüldüğü gibi kendi sınıf içgüdüsü ile mücadelesini geliştirme eğiliminde olduğu ortadadır.

Peki işçiler mevcut sefalet ve kaostan tek çıkış yolu olarak seçimleri gören muhalefet partilerinden bu direnişlere öncülük etmesini, sınıfı birleştirmesini bekleyebilirler mi? Ya da sınıf eksenli siyaset vurgusu yapan sol, sosyalist partilerden, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu´na (DİSK) bağlı sendikalardan ya da HDP ve CHP gibi büyük kitle desteği olan partilerden işçi ve emekçilere öncülük ederek, direnen emekçileri birleştirerek onları bu sefaletten kurtarmaları neden beklenemez? Bu partilerin yapılanma ve politik tutumlarına baktığımızda burjuva partilerinin kuruluş ve politik davranışlarının benzerini görüyoruz. Birincisi kendilerine işçi, emekçi, devrimci ya da sol hangi ismi koyarlarsa koysunlar yapılanmalarına baktığımızda işçi ve emekçiler bu partilerin ne kuruluşlarında ne kararlarında ne de yönetim ve denetimlerinde hakimiyetleri yoktur. Onlar işçilerden kendi partilerine üye olmasını ve seçimlerde oy vermesini isterler. Ama karar mekanizmalarında onlara yer yoktur. Eylemlerinde onların yanında olmaları, onlar için talep ileri sürmeleri işçilerin onlara olan güvenini artırmaz. Böyle olunca işçiler bu partileri diğer partilerden ayıramamaktadırlar.

İşçi ve emekçi hareketinin bu kadar fırsat yarattığı bir yerde işçi ve emekçi hareketini birleştirecek politikanın yaratılamamasını sınıftan yana partiler kendilerine sormalıdırlar. Çok eskiden beri bel bağlanan ve çok defa tekrarlandığı halde elle tutulur bir sonuç alınamayan sokak eylemlerinin de gözden geçirilmesi gerekmektedir. İşçi sınıfının burjuvazi ile esas hesaplaşma alanı üretim ve dağıtım alanlarıdır.

İşçilerin kendilerini kurtaracak olan bizzat kendi kararlarını kendilerinin aldığı sınıf politikasıdır.