Mükremin KURTCEPHE


SONRADAN SIKILAN ÜÇ KURŞUN

KESER DÖNER SAP DÖNER


Halis Açacak ´la tanışıklığımız Mısır piramitlerinin yapılma zamanı kadar eskiye dayanmasa da, yiğit Tatarların yürekli kızı, “sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır” diyen, TİP Başkanı Behice Boran´ın yaşadığı 1976 yıllarına kadar uzanır. İskenderun´da öğretmenlik yapan Halis hoca, TİP´ten milletvekili adayı olmuş, altındaki motosikletiyle karış-karış dolaşmıştı Hatay´ı.

İskenderun´da tanıdığım, çizgisinden taviz vermeyen bir kaç solcudan birisi Halis hoca. İkincisi Sadullah Çağlar, üçüncüsü Ali Göçmen. Memleketin üstünden 12 Eylüller geldi geçti, İskenderun halkına, kendini devrimci demokrat olarak pazarlamaya çalışan nice dönekler döndü, birçoğu düzene uyup arazi oldular, tavizler verdiler. İsimlerini yazıp afişe etsem köşe yetmez.
Bizim Halis hoca bilinen sıradan öğretmenlerden değil. On parmağında on marifet diye anlatılan insanlardan. Hayatı mücadele etmekle geçti ve geçmeye de devam etmekte. 12 Eylül darbesinde sakıncalı görüldüğüm için işten atılmış, sakıncalı işsizler kervanına katılmıştım. O zaman, 1982 İskenderun´da nakliye şirketi furyası var ve onlarca da nakliye şirketi vardı. Ben de bunların birinde muhasebe işlerine bakıyor, boş vakitlerde de, terzi Nurettin Gandur´un işyerinde toplanıp, mavralıyorduk.
Yine öyle günlerden birinde hoca girdi içeriye. Selamlaşmadan sonra, “hele gel seninle bir şey konuşacağım” deyip dışarı çıkardı. Yan taraftaki Corc´un çay ocağına gidip oturduk. Söylediğimiz çay gelmeden konuya girdi. “Bak gardaş, bu hükümet kooperatifleşmeye çok önem ve teşvik veriyor, destekliyor. Sen de he dersen bir kooperatif kurup, bu işe başlayalım” dedi. Gerekçelerini de teferruatıyla anlattı. Bende “sağ ol hocam, ben yokum. Fakir fukara ucuza ev sahibi olsun diye koşturup uğraşamam” demiştim.
Bu konuşmadan sonra hocayı görmedim. Bir ara ortak bir arkadaşa sordum. “Senin haberin yok, hoca köşeyi döndü. Müteahhit oldu. Bir de emekli albay ortağı varmış” dedi. Aldığım son haber bu oldu. Bir gün gazetede hocanın ortağı albayı vurduğunu okudum.
Sonrasında tutuklanan hoca İskenderun ceza evine konulmuştu. Kaldığı süre içerisinden hoca bir kitap yazmış. Kitabının adı; Dayı ama kabadayı değil. Daha önce yazdığı, ´Süngercim´ ve ´Ellerimi tut´ kitaplarının dışında, daha değişik bir anlatım tarzında olmuş. Sürükleyiciliği anlatım tarzının da ötesinde başından geçen olayları anlatmış olmasında gibi geldi bana. Benim gibi okuma özürlü birisi, iki günde okuyup bitirdiğine göre, sürükleyiciliğini siz hesap edin.
Yattığı dönemdeki, İskenderun ceza evini öyle bir anlatmış ki, tek eksiği internet bağlantılı bilgisayarı yokmuş gibi geldi. Sorumlu başsavcı dâhil, müdür olsun, yardımcıları olsun, başgardiyan, gardiyanlar, diğer görevliler olsun, tutuklu ve mahkûmlara hizmetle görevli sosyal demokrat partinin gönüllü neferleri gibi anlatılmış. Ne diyelim helal olsun, hepsini kutlamak gerek.
Kitabın sürükleyiciliği, emekli albaya sıkılan altı kurşunun hepsinin değil de, sonradan sıkılan üç kurşunda düğümleniyor. Kitabı okurken, yere düştükten sonra sıktığı üç kurşunun gerekçesinin sebebi, üç aşağı, beş yukarı tahmin ediliyor. Halis hoca kitabın sonuna onu da eklemiş. Adam vuran birine “eline sağlık, iyi yapmışsın” diyecek halimiz yok. İş ortağı emekli albay, görev yaptığı zamanda sorguya çektiği üniversiteli solcu kızları anlatırken: “Biz onları o... sanıyorduk...” demiş. Sonradan sıkılan üç kurşun, kızlar için sıkılmış gibi geldi bana.