Nurullah ER


Sosyal felaketler

NURULLAH ER


Eskiden insanları korkutan ölümlerin başında; deprem, sel, fırtına, yangın gibi doğal afetler gelirdi. Şimdi herkes kendi canı derdine düşmüş. Canları almak için o kadar sosyal felaketler var ki; ölümlerden ölüm beğendiriyorlar. Ya da yavaş yavaş, can çekiştire çekiştire öldürüyorlar.

Komşuyu, akrabayı, bir yakını, bilemdin bir yabancıyı kapı dilimizle karşılar, ağırlar, gülümseyen yüzümüzle uğurlarken, “yine bekleriz” derdik.
Şimdi kim olursa olsun kalpler kilitli, yürekler mühürlü...
Okuldan gelen bir çocukla karşılaştım. Yürüyüşünden, bakışlarında adeta öfke yüklüydü. Yanına yaklaştım birazcık rahatlatabilmek için tatlı bir dille hal hatırını sormaya çalıştığımda, bakışlarını benden kaçırarak adete burnundan soluyordu. Birden toparlanarak, oluşturduğu özgüvenle, “Ne olacak ki annem şimdi televizyonda ki yemekteyim programını izlediğinden yemeğimi bile hazırlamamıştır” diyerek uzaklaştı.
Çarşıda dolaşırken emekli bir tanıdığa rastladım. Onun öfkesi çocuğun öfkesinden de kat kat fazla idi. Yaşlılığın verdiği durumla ayakta duracak hali de yoktu. Daha bir şey sormadan, “Fabrikanın yıllardır tozunu, gazını solduğumuz yetmiyormuş gibi şimdi de piyasa da ki hormonlu, bozuk yiyecekler yüzünden bir şey yiyemez olduk. Sağlık kalmadı. İki güne bir hasta hanedeyim. İlaçlar fayda etmiyor, şifalı bitkiler diyorlar almadığım kalmadı. Ne şifa veriyor, ne çözüm oluyor. Herkes doktor olmuş, kime inanacağımızı biz de bilmez olduk. Evin içi eczane deposu gibi ilaç dolmuş, şifalı bitki dedikleri ot, çöple yığılmış. Her şeyden umudu kestim. Ölümü bekliyorum“ dedi.
Bitmek bilmeyen aile faciaları, yıldan yıla artan iş kazaları, cinsel tacizler, çocuk yaşta evlilikler, trafik kazaları, yoksulluk, işsizlik, dolandırıcılık, siyasetin dli... gibi sosyal facialar yaşanası dünyamızı yaşanmaz kılarak adeta yaşattıkları sosyal depremler ölenleri öldürüyor, kalanları ise yaşarken öldürüyorlar.
Yıldızı parlayan iletişim teknolojisi yüzünden dünyamız küçüldükçe küçüldü. Avcumuzun içine geldi. İnsanlar ise yalnızlaştı, bencilleşerek birbirinden uzaklaştı. Paranın gücüyle satın alınan ruhlar çökertilerek, kirletilerek, insanlık yok edilerek sosyal felaketlerin önü sonu alınmaz oldu.
Sosyal felaketlerin yaratıcısı insanların kendisidir. “İnsan ne bir melek, ne de bir şeytandır. Talihsizlik şu ki; onun melek rolü oynayacağı zaman, şeytan rolünü oynamasıdır” demiş, Moliere.