Sadullah ÇAĞLAR


SÖZ UÇAR YAZI KALIR

Sadullah ÇAĞLAR


İnsan soyunun varoluşundan günümüze kadar kalıcı olan nedir? İlk duvar resimleri, yazı, söz… söz unutulur ama yazı unutulmaz. 

Eski Mısır´da II. Ramses savaş sonrası Hitit Kralı ile yaptığı Kadeş Barış Anlaşması´nın tableti Kahire Müzesi´ndedir.
Geçtiğimiz yıllarda Viyana Sanat Evi´nde Fransa Kraliçesi Marie Antoinette´in, giyotine ölüme giderken sevdiği adam İsveçli sevgilisi markiye yazdığı veda mektubu 1 milyon dolara satıldı. Alıcının ismi açıklanmadı. Kraliçenin yazdığı mektup son derece duygu doluydu:
“Sevgili Markiz, bu satırları okuduğunda ben çoktan toprağın altında olacağım. Son görüşmemizde sana bakarken o anın hiç bitmesini istemedim. Seni ilk gördüğüm baloda kim bu gözleri gece gibi simsiyah insan. İnsan bir anda sevebilir mi? Bu nasıl oldu? İrademe hakim olamadım. Ben, hep çocukları sevdim. Ama eşim Kral Luis dışında bir erkek olacağına hiçbir zaman inanmadım. Ama sen karşıma çıktın. İsveç´in karlı soğuk dalgalarından, Viyana´nın gururlu prensesine taparcasına herkesin önünde eğildiği Fransa´nın gururlu kraliçesi nasıl olurda bir gün aşkın esiri olacak, bir sevda tutkusuna kalbi yenik düşecekti.
Sana veda ederken, sevgilim giyotinde ölüme giderken hep seni düşüneceğim. Sana beni hatırlaman için kraliçeyi hatırlatan en değerli yüzüğümü bırakıyorum. Elveda İsveçli adam.”
Kraliçe Antoinette´in mektubunun günümüze kadar kalması yazının önemini yansıtır.
Atomu keşfeden Albert Einstein´ın arkadaşına yazılı belge denecek yazısı yüksek bedelle satıldığı gibi…
Hani derler ya ‘geçmişi bilmeyen toplum, geleceğe açıklık getiremez´. Mektuplar, yazım, tarihe ışık tutan belgelerdir. Eğer yazı olmasaydı, Fuzuli´nin, Leyla ile Mecnun, ya da ölümsüz Şenspir´in insanlığa armağan ettiği eşsiz eseri olan Atinalı Timon´un paranın esiri olan insanı uyaran vasiyetname anlamını taşıyan güzelim kitabına ulaşabilir miydik?
Peki Mezopotamya ya da Mısır uygarlığı ne durumda? Yerlerde sürünüyor. Dünkü piramitlerin ülkesi mezhep çatışması içinde. Eski Doğu´nun ışığını aramakta, evrensel yeniliği çöle gömen Mısır medeniyeti, geçmişi hatırlayıp ağıt yakmaktadır.
Eski İran, Pers uygarlığının yarattığı Ömer Hayyam´ın ülkesi, Hayyam´ın bilimi savunan Mezomotamya´nın yüzakı, şimdi yeniliğe arkasını dönen ülkesine bir baksa, bir daha toprağa koşardı.
Ne demişti Hayyam?
“Ben olmayan dünya masalına hiçbir zaman inanmadım. Ben insana inanırım. Güzellik saçan bir kadın benim için kutsaldır.”
Peki insanlığın ilk yazıyı bulduğu Sümerler, Bağdat, Basra, eski Mısır´a ne oldu? Neden bu ülkelerin insanı sormayı, sorgulamayı unuttu ya da unutturuldu. Batı neden Doğu´yu aştı? Mezhep çatışmasının yaşandığı dünya uygarlığı nasıl yıkıldı?
1789… Batı, geriliği sorguladı.
1923… Cumhuriyet, sorgulamaydı.
1961 anayasası o sorgulamanın devamıydı.
Hayyam, yüzlerce yıl öncesinden, yeni çağın haberini vermişti.
Yani felsefenin, yazının kutsallığına dönelim. Ölümsüz Karl Marks´ın Kapital kitabını el yazmasından basılı kitaba dönüştüren, öne çıkaran, ölümsüz dostu Friedrich Engels… dünyanın dengesini bir kitap nasıl değiştirdi?
Peki geçmişin zengin toprakları, nasıl karanlığa gömüldü?
Olay, kültürün Batı´ya taşınmasıdır. Gutenberg, matbaayı keşfetmekle yenilenmenin önünü açtı. Alman asıllı Gutenberg´in buluşu aydınlanmanın hızla yayılmasını sağladı. İngiliz edebiyatçı Charles Dickens, yazı makinasını Londra´da incelerken, “Bu harfleri ve bunu yaratan adamı selamlıyorum. Bu harfler bir gün uzayın sırrını çözecek, belki ay da bizim için sır olmaktan çıkacaktır.
Sonra, asırlar sonrası gökyüzünü ışıltan yıldızlara ulaşacağız. Evet bu harfleri selamlıyorum, ama bir endişem var. İçim sızlıyor, korkuyorum. Neden acaba? Ne yazık ki, bu kurşun harflerin korkarım ki dünyamıza yalan, aptallık, hatta ihanet taşımasından korkuyorum.”
İki Şehrin Hikayesi´nin destansı yazarı Dickens, sanki günümüzde insanlığın yaşadığı ortaçağa gidişin seslerini bizlere duyuruyordu.
Aydın kimdir? Geleceği asırlar öncesi sezendir.
1962 yılıydı. Okuma heyecan günleri. Kasım ayıydı. Cumhuriyet Gazetesi´nde bir köşe yazarının yazısı beni çok düşündürdü. Yazının başlığı Söz ve Yazı´ydı. İlhan Selçuk, okul yıllarında bir arkadaşına soru yöneltir. “Tahta sıraların üstüne ismini neden çakıyla yazıyorsun. Bu yazılar ne işe yarayacak? Bana; ‘Hiç, yarına kalır.”
İran´da eski Pers´in tarihi yerlerini gezerken Persopolis´i inceliyordum. İskender, bu zengin kitaplığı yakmıştı. İnsanlar, istedikleri takdirde düşüncelerini yazacak büyük alanları her zaman yaratabilir.