Sadullah ÇAĞLAR


TARİHİ ŞEHİR ANTAKYA’YI YENİDEN KURACAĞIZ

ANTAKYA: TARİHİ ŞEHİR


Antiochia/Antakya; geçmişten günümüze kadar uygar kenttir.

Eski Mısır kadar antik;

Tarihte İskenderiye kütüphanesine benzeri Kurtuluş Caddesi’nde kitaplık vardı.

Doğu Roma ile Batı arasında açılan tarihi kent;

Doğu’nun kalbi eski Kudüs kadar, onun ötesinde Haçlı seferlerinin yaşandığı, birçok saldırı yaşayıp el değiştiren kent;

Bizans döneminde bir çok aydınlanmaya tanıklık yaptı. En önemlisi Doğu Roma imparatoru Marcus Antonius, Antiochia başta olmak üzere Doğu bölgesini Mısır kraliçesi Kleopatra’ya bağışladı.

Geçtiğimiz Şubat ayı başlangıcında Türkiye genelinde yaşanan zelzele sonucunda en çok yıkıma uğrayan Antakya’da 20 binin üzerinde halk yaşama veda etti. Birçok aile kenti terk etti.

Güzelim tarihi şehir sanki kitlesel olarak terk edildi.

Yaşam dolu, insan yığınlarıyla dolup taşan çarşılar, küçük havuzlu alışveriş meydanı, manifatura dükkanları ve de pasajlar, meşhur kâğıt kebabı yapan kasaplar, fırınlar, çeşitli peynir, has somunlar başta olmak üzere çeşitli gıda zengini semt artık yok.

Yolumuz eski Kurtuluş caddesine yöneldi. Eski kafeler, birikimli insanların uğrak yeri semt yok artık. Kurtuluş mahallesi, geçtiğimiz yıllarda, çocukluk yıllarımızın geçtiği Antakya’ya korkarak gittim. Eski garajlara yakın yerde arabadan inip yakın yerde yürümeye başladım. Asi kenarındaki eski tarihi oteller, iş yerleri, yerli yemek yapan lokantalar, tümüyle harabeye dönmüş.

Eski Roma köprüsünün yakınındaki çarşı ve Barutçuların kitabevleri, yerleri ve ona bağlı tatlıcı salonları yoktu.

Genelde bütün Hatay’ın mobilyalarının alındığı, düğünlerin merkezi olan mağazalar, tarihi çarşılar mazide kalmış.

Kurtuluş caddesindeki meşhur kadın makyaj malzemeleri ve çocuk oyuncakları satan tarihi Sürmeli tuhafiye mağazası yıkıntılar arasında… Çocukluk yıllarımızda annem marka pudra ve kremlerini Sürmeli mağazasından alırdı.

Eski Affan adlı mahalle, tıpkı eski Roma evleri gibi dar sokak içinde, evlerinin kapıları demirden yapım, sokaklar beyaz taş döşenmişti. Şehir merkezi kent içinde yürürken yakın dönemde yıkılıp beton alan Halk sineması, sinema saatlerinde bir şölene dönüşürdü. Özellikle Leyla Murat’ın Mısır filmleri oynadığı zaman sinemanın caddesi bir defile güzelliği saçardı.

Peki nasıl unutabiliriz Asi nehrine uzanan balkonlu kafeleri… Roma köprüsü ve uçuşan beyaz martılar, nehir üzerine kadar uzanan cemakanlı balkonlar dinlenme yeriydi.

Pazar günü çaeşitli halktan insanlar en güzel elbiseleri giyer, köprübaşında şimdiki parka gider, kadın-erkek zengin bir kentli görüntüsü, birarada güzellik taşırlardı.

Antakya halkı yaşam dolu bir kent kültürü vardı.

Köprübaşına geldiğimiz zaman eşsiz mimarisiyle eski meclis binası, sonraları Gündüz sineması kentin güzelliğinin inanılmaz bir simgesiydi. O eşsiz mimarinin yıkıntısına baktığım zaman gözyaşlarıma hakim olamadım. Gündüz sinemasının özelliği, sinema tarihinin en klasik filmleri bu tarihi salonda seyrettik. Mısır sineması Muhammed Abdulvahap’ın 1946’da Kalbe Mermi filminin oynadığı günlerde sinemanın önü bir mahşere dönüşürdü.

Annem, öğleden sonra sinemada yer kalmaz diye erken gider yer ayırtırdı. Ve unutulmaz Samson-Dalila filmi de Gündüz sinemasında gösterildi.

Şekspir’in eseri Romeo ve Jülyet, o çocukluk yıllarımda hayallerimizi süsleyen Jon ves Miller’in Tarzan’ın Hazinesi filmini, ilk defa bu sinemada seyrettik.

Evet, evet her yaz Antakya’ya yayla olarak gider, yazın sonuna kadar kalırdık. Özellikle kentin merkezi olan Küçük Meydan, kitap dükkanları Kırıkhan’da oturduğumuz için bu meydanı süsleyen sahaflar, kitaplar buradaki kitapevlerinde bulunurdu. Hala bu eserleri muhafaza ederim.

O dönemde en çok okunan İngiliz Kemal’in Milli Mücadele Anıları, yazar Esat Mahmut Karakurt’un Sokaktan Gelen Kadın, İlk ve Son, Allaha Ismarladık… köprübaşı kitapçıları bizim en çok gittiğimiz bölgeydi.

Özellikle valiliğe giderken dondurmacı Selim’in pasta salonu, Hatay’ın yakın yerlerinin çekim merkeziydi.

Sonra yolumuz Defne, Harbiye çevresine yolaldık.

Bir benzeri olmayan şelaleleri, tabiat harikası unutulmaz anıların yaşandığı yerler harap olmuştu. Sanki doğanın gazabı buraya uğramış. Zaten güzelim Defne, son yıllarda betonla mimarisi yok edilmişti.

İçim sızlayarak kalbim bu eşi benzeri olmayan güzellikle donanmış kentin hayalete dönüşüne dayanma gücümü kaybettim.

Acaba hepimiz suçlu muyuz? Antik tarihi kentin değerini bilemedik gibi geliyor bana.

Dünyanın en zengin coğrafyası Roma, Atina, Kahire müzesi kadar donatımlı müzesi hangi akılla şehrin dışına taşındı. Sorgulamak gerekir.

Peki Amik Gölü’nün kurutulması acaba tabiat ananın bizlere isyanı mıydı?

Antakya’dan gözlerim yaşlı veda ettim. Bütün anıları, o güzelim şehirle yaşadığım günleri kalbime gömmeye çalıştım.

Kalbim kırık olarak bu tarihi kente veda ettim. Çünkü, Antakya, eski Antakya, Antiochia kocaman bir ovaya dönüşmüştü. Tıpkı geçmişteki Berlin gibi!