Yıllar önce Demirel “tarımsal üretim açısından dünyada kendi kendine yeten çok az ülkeden biriyiz” diye övünürdü. Bu gün ülkemizde tarım sektörü adeta bitme noktasına getirilmiş, gıda güvenliği ve güvencesi sorunu kapımızı çalmıştır. Coğrafi konumu itibariyle ürün çeşitliliği bol olan ülkemizde bilerek uygulanan yanlış politikalar nedeniyle hububat, pamuk, şeker pancarı, tütün, çay, zeytin, fındık, yetiştirilemez, et ve süt ithal edilir hale getirilmiştir.
Tarımda dışa bağımlılık yalnız bu hükümet, ya da on altı yıldır iktidarda olan AKP iktidarıyla sınırlı bir durum değil. ABD ve AB uluslararası sözleşmeler ve IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla kendi politika ve uygulamalarını geri kalmış ülkelere dayatmaktadır. Türkiye gibi geri kalmış ülkeler de tarımsal üretime verilen desteklerin kaldırılması başta olmak üzere, ithalatın önünün açılması, üretime kota konulması, gümrük duvarlarının düşürülmesi gibi dayatmalar hükümetler tarafından kabul edilerek hayata geçirilmektedir.
İlk olarak Menderes hükümeti döneminde, ABD ile tarımsal alanda 12 Kasım 1956 yılında “Münakit Zirai Emtia Anlaşması” daha sonra 1957 ve 1958 yıllarında ayrı ayrı anlaşmalar yapılarak ülkeyi tarımsal alanda dışa bağımlı hale getirmiştir. Anlaşma kapsamında buğday, yem, soya ve pamuk yağı, tereyağı, yağlı süt tozu vb. ürünler alınmak zorunda bırakılmıştır. Yapılan tarım ürünleri anlaşması kadar anlaşmanın bitiminde ABD´nin Türkiye´ye gönderdiği 1775 no´lu nota da ilginçtir. İki maddelik bu notada ABD, Türkiye´ye “1 Ağustos 1958 tarihine kadar buğday ihraç etmeyeceksin, eğer bu yasağa uymazsan ihraç ettiğin buğday kadar Amerikan buğdayını kendi kaynaklarından finanse edeceksin” diyor.
İsmet İnönü´nün koalisyon hükümeti ile ABD arasında 1963´te “Zirai Maddeler Ticaretinin Geliştirilmesi” hakkında 161 milyon dolarlık ikili anlaşma yapılmıştır. Anlaşmanın ardından 24 Eylül 1963´te ABD, Türkiye´ye bir nota verir ve “Türkiye´nin yurtdışına ihraç edeceği zeytinyağını 10 bin ton ile sınırlar. Eğer Türkiye ABD´nin verdiği sınırı aşarsa, aştığı miktar kadar nebati yağı kendi dövizi ile alacaktır” denilir. Türkiye yaptığı anlaşma gereği Amerikan nebati yağına pazar açılsın diye bunu kabul ederken ihraç edilmeyen zeytinyağı nedeniyle zeytin ve zeytinyağı fiyatları düşer, üretici köylü zeytin ağaçlarını kesmek zorunda kalır.
1990 sonrası koalisyonlu yıllarda Tat konserve, Meysu, Sümerbank, SEK (Süt Endüstrisi Kurumu) Demirel- İnönü koalisyonu eliyle satılırken Pancar Motor, Fruko-Tamek, Konya Şeker, 29 yem fabrikası, şimdi yerinde Ankamall AVM olan Ankara Et Balık kurumu dahil 12 ilin Et Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi kurumunun 22 ildeki tesisi de Çiller-Karayalçın hükümeti tarafından özelleştirildi.
Daha sonra kurulan Çiller-Baykal hükümeti tarafında SEK´in diğer 6 işletmesi ve Sümerbank´ın bazı illerdeki tesis ve işletmeleri özelleştirildi. Mesut Yılmaz-Bülent Ecevit hükümeti döneminde bunları 16 Sümerbank Tesisi, EBK´na bağlı 3 ildeki arsalar, 2 ildeki SEK´e bağlı işletmelerin özelleştirilmesi izledi. Ecevit, Bahçeli-Mesut Yılmaz hükümeti döneminde de Sümerbank´ın ayakkabı ve iplik fabrikaları, Dosan Konserve, Balıkesir Pamuklu Dokuma, Aymar Yağ, Toros Gübre fabrikası özelleştirildi.
Tohumda dışa bağımlılık: Tarımda en önemli girdi tohumdur. Kullanılan tohumun yüksek verimli, hastalık ve zararlılara dayanıklı, çevrebilim ile uyumlu olması, tarımsal üretimi belirleyen önemli özelliklerdir. Türkiye´de tohumculuğun geliştirilmesi için başlatılan çalışmalar 1930´lu yıllara kadar gitmektedir. 1963 yılında çıkarılan kanunla tohumluk üretim, denetim ve dış ticareti Tarım Bakanlığı´nın izni ve denetimi altına alınmıştır. 1980´lere kadar tohumculuk tümüyle devletin tekelinde kalmış; tohum fiyatları devletçe belirlenmiştir. 1984 yılında Turgut Özal Hükümeti döneminde 'Tohumluk İthalatının Serbest Bırakılması' ve 1985 yılında çıkarılan 'Tohumluk Teşvik Kararnamesi' ve bunları izleyen politikalarla tohumculuk özel sektöre dayalı bir yapılanma içine girmiştir. 2006 yılında Tayyip Erdoğan Hükümeti döneminde çıkarılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunun “yetki devri” başlıklı 15. maddesine göre; kamu, üretim, sertifikalandırma, ticaret ve denetim yetkilerini kurulacak olan tohumculuk birliğine (gerçekte ise buna hâkim olacak uluslararası tekeller ve onların yerli taşeronlarının egemenliğine) devredebilecektir. Türkiye tohum pazarının %40´ı özel tohum şirketlerinin elinde… Özellikle hibrit sebze, ayçiçeği, mısır ve patateste özel şirketlerin payı %100´lere ulaştı. Büyük bölümü yabancı ortaklı, çoğu da yalnızca tohum ithalatı yapan 250´yi aşkın tohumculuk şirketi mevcut… Sebze tohumlarında dışa bağımlılık oranı %85´e çıkıyor. Sertifikalı hububat tohumluğunun ise ancak %25´i üretilebiliyor. Dünya tohum piyasasının özel şirketlerin lisans sağlayıcılığı altında ABD, İsrail, İspanya ve Fransa gibi ülkelerin tarım tekellerinin elinde olduğu da bilinmelidir.
Gübrede dışa bağımlılık: Gübrenin başlangıç hammaddeleri doğalgaz, fosfat kayası ve potas tuzu; ara maddeleri ise amonyak, nitrik asit, sülfürik asit, fosforik asit olup; bu girdilerin yaklaşık %80-85´i ithalat yoluyla sağlanmaktadır. Çünkü Türkiye, kimyasal gübre üretimde kullanılan hammadde kaynaklarına sahip değildir. Dolayısıyla Türkiye´de gübre sanayi ithal girdilere bağımlı bir endüstridir. Son 10 yıllık ortalamalara göre, kimyasal gübre tüketiminin yaklaşık %55´i yerli üretimle karşılanırken %45´i ithalatla karşılanmaktadır. Türkiye gübre piyasasında üretici olarak toplam 5 sermaye grubuna bağlı 7 kuruluş faaliyet göstermektedir. Sektörde yer alan kamuya ait kuruluşların (TÜGSAŞ´ın bağlı ortaklıkları Gemlik Gübre ve Samsun Gübre ile İGSAŞ) özelleştirilmeleri 2005 yılında tamamlanmış ve kamunun üretici olarak varlığı sona ermiştir. Bu bakımdan iç piyasadaki gübre fiyat değişimlerini uluslararası piyasadaki gübre ve hammadde fiyatları ile döviz kur değişmeleri ve gübre tekellerinin kâr hırsı belirlemektedir.
İlaçta dışa bağımlılık: Türkiye´de tarım ilaçları pazarının büyüklüğü yaklaşık olarak 350 milyon dolar civarında ve yıllık ortalama ilaç tüketimi 33 bin tondur. Tarımsal ilaçların yaklaşık %40´ı Akdeniz (Adana, Mersin, Hatay, Antalya) ve Ege (İzmir) bölgelerinde tüketilmektedir. Tarım ilacı kullanımına ürün bazında bakıldığında; %40´lık payla pamuk ve hububat ilk sırayı almakta, onu %27´lik paylarla turunçgiller, üzüm, meyveler ve %16´lık payla sebzeler izlemektedir. Türkiye aktif madde açısından dışa bağımlıdır ve tarım ilacı imalatında kullanılan girdilerin yaklaşık %90´ı ithal edilmektedir. Yerli firmalar aktif maddeleri ithal ederek jenerik ilaç üretmektedirler. Tarım ilaçları pazarında %22´lik payı ile Hektaş ilk sırayı almakta, onu Bayer ve Syngenta izlemektedir. Bu üç firmanın pazardaki payı %65´i bulmaktadır. Hektaş dünya tarım ilaçları sektörünün önemli şirketleri arasında yer alan DuPont, Makhteshim-Agan, FMC, Chemtura, Sipcam ve Agrichem´in Türkiye dağıtıcısıdır.
Gelinen noktada üretici köylünün kendi işine, ekmeğine, toprağına, ülke tarımına ve bağımsızlığına sahip çıkmada, kendi gücünü ortaya koymada dik duracağı, cesur davranacağı bir duruma ihtiyaç var. Küçük üreticilerin bölünmüşlüğü ve dağınıklığına bir son verecek; tarımın bitirilmesi, yaşam ve üretim alanlarının kapitalist tekellerce kuşatılıp talan edilmesine karşı en geniş köylü yığınlarını kendi çıkarları ve talepleri temelinde bir araya getirebilecek, üretici birlikleri ve sendikal örgütlenmelere ihtiyaç var.