Halit KATKAT


Tohumda nasıl dışa bağımlı hale geldik

Halit KATKAT


Soğan ve patates fiyatları arttığı ve depolara baskın yapıldığı dönemde hükumet, 200 bin tona kadar soğan, patates ve bunların tohumu ithalatında gümrük vergisini sıfırlamıştı. Bundan sonra ne oldu? 500 bin ton patates tohumu Fransa ve Hollanda´dan ithal edildi. 2019 yılında 240 milyon dolarlık tohum ithalatı yapılmış. Soğan tohumu ta Japonya´dan ithal ediliyor. 

70´li yıllarda Başbakan Demirel tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyiz diye övünürdü. Nasıl oldu da en basit şekilde üretilebilen patates ve tohumunu bile dışarıdan ithal eder hale geldik? Bu sorunun yanıtı elbette bu güne kadar uygulanan tarım politikalarında saklıdır.
1963´te çıkarılan bir yasa ile tohumluk üretimi, denetimi ve dış ticareti Tarım Bakanlığının izni ve denetimine alınmıştı; fiyatlar da devlet tarafından belirlenmekteydi. Bu süreç 80´lere kadar devam etmişti. 1984´te de tohumluk ithalatı Özal Hükumeti tarafından serbest bırakıldı ve ardından 1985´te çıkarılan “Tohumluk Teşvik Kararnamesi”yle tohumculuk özel sektöre devredildi.. Bu, Menderes´ten Özal´a, oradan da 18 yıldır devam eden bu günkü iktidara kadar sürdürülen çizginin geldiği sonuçtur. Tarım ve tohumu serbest piyasaya açan Özal´dan sonra, Erdoğan da çıkardığı yasalarla tohumculuğu tamamen tekellere devretmiş oldu.
Emperyalizm esas olarak egemenliğini tekeller aracılığıyla sürdürür. Hatta denebilir ki devletler bile bu tekellerin egemenliği altındadır. Bu bakımdan dünya tohum tekellerinin durumuna bir göz atmakta yarar var..
Dünya tohum pazarının en büyük tekeli Monsanto´nun elindeki paylar, yine en büyük ilaç tekellerinden biri olan Bayer´in eline geçince, Bayer tohum pazarında yüzde 29 payla birinci oldu. Tohum pazarında Dupont (pionner) yüzde 21´le ikinci, Sygenta yüzde 8´le üçüncü sırada. Dünya tarım ilacı pazarının yüzde 18´lik payla ikincisi olan Bayer, Monsanto´nun yüzde 8´ini de kendine ekleyince, tarım ilacı pazarında yüzde 20 ile birinci olan Sygenta´yı ikinciliğe düşürdü. Böylece 1863´te bir boya satıcısı ve boya ustasının ortaklığıyla kurulan bir küçük işletme olan Bayer, 2015´e gelindiğinde, toplam cirosunun yüzde 30´unu insan ilacı, yüzde 50´si tohum ve tarım ilacı üretiminden kazanırken, şimdi dünya ilaç ve tohum pazarının en büyük tekeli oldu. 2015 yılı toplam cirosu 46 milyar Euro, kârı 4 milyar Euro olan ve 116 bin çalışanı bulunan Bayer, Monsanto´nun 2015 yılındaki 15 milyar dolarlık cirosu, 2.3 milyar dolarlık kârı ve 25 bin çalışanı da eklenince, tarım, gıda ve insan sağlığının geleceğini de eline geçirmiş oldu. Bayer´in ilaç konusundaki birikimleri ile Monsanto´nun Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, yani GDO´lu tohum deneyimi birleşince, mutant bir tekel ortaya çıkmış oldu. Bayer´in bu gelişim seyri kapitalizmin emperyalist aşamaya gelişiminin özeti gibidir.
Bayer, dünya devi olurken, Avrupa´nın mesafeli yaklaştığı GDO´lu tohum, ilaç devi Bayer aracılığıyla bu kıtaya da girmiş oldu. Türkiye´de tıbbi ilaç sektöründeki 15 uluslararası tekelden biri olan Bayer´in tıbbi ilaç üretim fabrikası ve ilaç dağıtım ağı var. İstanbul Sanayi Odası´nın 500 büyük şirket sıralamasında Bayer 158. sırada. İlaç sektöründeki payı ise, 700 milyon lira. Bu durumda, bize “kırsal kesimdeki tarım nüfusunu azalt, tarım desteklerini düşür, şeker pancarı başta olmak üzere üretime kota koy, gümrükleri aç” diyen AB, artık “Bayer´in yolunu da aç” demeye başlamıştır.
Dünyada Monsanto ve Bayer gibi şirketler büyüdükçe küçük aile çiftçiliği ya da başka bir deyişle orta ve az topraklı köylülüğün tarım üretimine devam edebilme olanağı yoktur. Çünkü bu uluslararası tekeller ve kapitalist emperyalist sistemin IMF, DB, DTÖ, AB aracılığıyla yaptığı dayatmalar, büyük ölçekli banka ve sanayi sermayesinin birleşmesinden oluşan mali sermayenin taleplerinden kaynaklanmaktadır. Bu da aile işletmelerinin ya da küçük üreticilerin öncelikle güçsüzleşip yoksullaşmaları ve giderek tarımdan kopmaları sürecini hızlandırmaktadır.
Dünya tohum pazarının yüzde 71´i altı şirketin elinde. Tarım ilacı pazarının yüzde 75´iyse beş şirketin eline geçmiş durumda. Eğer yerel çeşitler de sertifika ve patent dayatmalarıyla kaybedilirse, önümüzdeki yıllarda tohum çeşitliliği azalırken fiyatlar yükselecek ve belki de yoksulun sofrasından eksik olmayan bu temel gıda maddelerine emekçiler zor ulaşacak.
Tohumla başlayıp üretim sürecinde devam eden yerli ve yabancı tekellere bağımlılığa itiraz etmek, GATT, DTÖ, IMF, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği´nin yerel tarımı çökerten dayatmalarına karşı çıkmak, dolayısıyla köylüleri işsizler ordusunun saflarına katan süreci durdurmak ancak üretim ve tüketim kooperatiflerinde ve sendikalarda örgütlenerek mücadele etmekle mümkün olabilir. Bu bakımdan emperyalist dayatmalarla yerli işbirlikçi tekellerin dayatma ve talanından en çok etkilenen üretici köylülerin örgütlenmesi acil olduğu kadar önemlidir. Yoksa iyi niyetle 'yerli tohum kullanalım' cümlesinin internette yaygınlaşması boşlukta yankılanan hoş bir sedadan öte gitmez.