Nurullah ER


VİCDAN

Nurullah ER


Vicdan içsel bir güçtür.
Kişiyi kendi davranışıyla bir yargıda bulunmaya yöneltip; doğruyu, iyiyi yapmaya yönlendirip, adaletli ve merhametli olma yükümlülüğü verir.

Mahatma Gandi; “Her sabah kalktığımda kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım.”

Vicdanla namus iç içedir. Namuslu davranışlar, vicdanımızın dışarıya taşması demektir. Vicdan ise bilincimizdeki ve bilinçaltımızdaki namustur.
“Büyüklere Masallar” kitabının yazarı Saltıkov Sçedrin, “Vicdan Kayboldu” yazısıyla şöyle anlatır:

“ Vicdan ortadan kayboldu. İnsanlar yine eskisi gibi caddelerde, tiyatrolarda toplanıyorlar; eskisi gibi birbirleriyle yarışıyor, birbirlerini geçiyor, eskisi gibi telaşlanıyor ve ellerine geçeni yakalıyorlar; ama bu arada hiç kimse, birdenbire bir şeyin eksildiğini ve bu yaşayış orkestrasında bir düdüğün ötmemeye başladığını ayrımsamıyor. Hatta bazıları kendilerini daha yürekli, daha özgür buluyor.

Kimilerinin bu hareket yetenekleri arttı; daha ustaca çelme takıyorlar yakınlarına. Yaltakçılıkta, yalancılıkta, dedikoduculukta, iftiracılıkta iyice uzman oldular. Bütün ruhsal acıların üzerine sanki bir sünger çekildi. İnsanlar yürümüyor, sanki uçuyor... Hiçbir şey üzmüyor onları, hiçbir şey düşündürmüyor; bugün... yarın... her şey... sanki onların elinde, vicdanın ortadan kaybolduğundan habersiz mutlular.”

Sçedrin’in bu satırları günümüzü ne de güzel anlatıyor. Hele son yaşanan depremlerde toplumumuzun yapısını, siyasetçilerimizin tutumunu... Depremi anlatanlara, verilen vaatlere değil yaşananlara bakmak gerekir.

1950- 1960 yıllarının meşhur İstanbul dolandırıcısı Sülün Osman varmış. Sülün Osman, İstanbul’un saf insanlarına İstanbul’un köprüsünü, tramvayını satar, meydan saatlerine bakanlardan saatin kendine ait olduğunu para karşılığı bakılabileceğini söyleyerek para alırmış. Galata Köprüsünü saf bir vatandaşa satarken yakalanır ve içeri atılır. İki yıl içeride yatsa da, en azından  bedavadan yaşar. 1962 yılında hapisteyken yüzlerce mahkuma “Alın teriyle Yaşamak” adlı konferans verir.

Aziz Nesin’ce hikayeler, Kemal Sunalca filimler az değil bu ülkede. 1999 depremiyle özdeşleşmiş, yüzlerce kişinin ölümüne sebebiyet veren müteahhit Veli Göçer hapiste kaç gün yattı? Hapisten çıktıktan sonra hayatını kaybeden ailelerin yüzde seksen beşinden helallik aldım demedi mi? Bu söz, mağdurların içten gelen sızısını dindirdi mi? Oğlu ve ortağı firar edip davayı zaman aşımına uğratarak hapse bile girmediler.

Körfez depreminde birkaç Veli Göçer varken, 6 Şubat Kahramanmaraş üstlü yaşanan ve 11 ilimizi kapsayan depremde onlarca Veli Göçerler meydana geldi. Resmi rakamlara göre elli binin üzerinde can kaybımız, kaybolan, yitip giden emeğimiz ve alınterimiz var. Depreme müdahalede geç kalan, arama kurtarmada yeterli olamayan, Kızılay gibi yüz elli yıllık bir geçmişe sahip olan kuruluşumuzun bile ticari faaliyet gibi yardım etmesi, depremin oluş şeklini takdiri İlahi’ye bağlayan iktidardan, deprem bölgesi olan Anadolu yarım adasında bu zihniyetle bundan sonra olacak depremlerde evlerin yıkılmamasını, acıların yaşanmamasını beklemek biraz hayalcilik olur. Bari yıkılan evlerin müteahhitlerine, depremden nasıl korunulur konferansları verdirmelidir. Belki can kayıplarımız az olur. Tıpkı dolandırıcı Sülün Osman’ın hapishanede alın teriyle yaşamak kursu verdiği gibi.

Deprem yerkabuğu içinde oluşan kırılmalarla meydana gelip, özellikle evleri, binaları yıkıp hasarlar meydana getirip, can kaybı veren doğal bir afettir. Dünyanın dört bir yanında yaşanmaktadır. Anadolu yarımadası deprem kuşağı olduğundan sıkça olup, onulmaz yaralar açmıştır yıllardır. Ne var ki, bir çok ülkenin depreme karşı bilimsel önlemi ülkemizde uygulanmadığından bedelini millet olarak çok ödedik. Tarihten ders çıkarmamış gibi ödemeye de devam ediyoruz. Deprem, Takdiri İlahi olmayıp, Takdiri İlahi uyutmalarıyla ülkeyi yönetmeye çalışanların, birilerine çıkar sağlamak için topluma yaşattığı acılardır. Bu da kaybolmayan vicdan yarası açmaktadır. Kuşaklar kaybolmayan bu vicdan yarasını birbirlerine  miras olarak bırakmaktadır.

Ülkemizde vicdan açığı bütçe açığını çoktan geçmiş. Zamanın bu açığı kapatacağına, acıları yumuşatacağına, vicdan azabını yenecek güçte olacağına inanmıyorum. Acılı neticelerle sonuçlanan doğal afetlerin insan irade ve sorumluluğunu yok sayarak kadere bağlamak, helallik isteyerek geçiştirmeye çalışmak sorunu çözmez, vicdanları aklatamaz. Acılı sorunların  sonuç bulması söze değil de yapılan fiiliyata verilen güvene bağlıdır. Yoksa ne tür gerekçe gösterilirse gösterilsin, ne tür bahane uydurulursa uydurulsun içsel bir davacı vardır.