Sadullah ÇAĞLAR


YAŞAM VE DOĞA KÜLTÜRÜ

En uzun ömür bilim insanlarına göre ormanlarda, yani doğada yaşayanlarda olur.


Gazete haberleri Kafkasların tepelerinde yaşayan yüz yaşın üzerinde mutlu insanlardan bahsediyor.
Yine İsviçre, Avusturya Alpleri ve Türkiye´de Toroslar, insanların ilgisini çekmektedir. Gazetelerde geçtiğimiz günlerde, resimli bir haber ilgimi çekmişti, Rusya Devlet Başkanı Putin yakın arkadaşları yanında, sırtında çanta, elinde baston doğa gezintisi yapmakta.
Yanındaki gazeteciler; “Sayın başkan bu yüksek tepelere çıkmaya neden ihtiyaç duydunuz?” diye sorar. Putin; “Ben eski dağcıyım, gençlik yıllarım ormanda geçti, üstelik iyi bir avcıyım” der.
Şehirlerin kalabalığından uzaklaşıp, doğayla baş başa kalmak, kişinin kendini dinlemesi bazen gereklidir.
Tarihi incelerseniz bazen büyük yazarlar Tolstoy, Turgenyev yaşamak için hep kentlerden uzak doğayı tercih etmişlerdir. İnsanoğlu yaratıcılığını tabiata borçludur.
Teknoloji, yani makinalaşma kentleri kuşattı. Bu açıdan insan sağlığı ciddi şekilde tehdit altındadır.
Atatürk hastalık günlerinde Savarona yatında iken yanındaki Afet İnan´a seslenir; “Biliyor musun Afet neyi özlüyorum? Asırlık ağaçların olduğu bir ormanda, her türlü bitkinin olduğu çiçeklerin kokusunu ve kuş seslerini.
Çocukluğum Selanik´e yakın olan dayımın tarlasında geçti. Tarlada kargaları kovalardım. Bazen tarladan eve gece geç geldiğimde annem, ‘nerde kaldın Mustafam´ diye boynuma sarılırdı.
Ben İstanbul´dan ayrılıp, Anadolu´ya geçtiğim zaman, annem benim için çok korkulu günler geçirdi. Ankara´ya geçtiğim zaman, annemi de yanıma aldırdım, fakat annem artık çok hastaydı.
İzmir´i aldığımız zafer günlerinde, annem son günlerini yaşıyordu. Bir gün Uşaklıgil Latife hanımın evinde kalıyorduk. Annem sabahleyin boynuma sarıldı, ‘Mustafam, Selanik´i ne zaman alacaksın, ben evimi çok özledim´ dedi.
Ona sarılarak ‘artık savaşlar bitti anne, barış yapacağız´ diye onu teskin etmeye çalıştım. Maalesef annem İzmir´de öldüğü zaman, ben Ankara´da idim.”
Büyük deha Atatürk´ün son anlarında Afet İnan´a anlattıkları veda sözleriydi.
Doğa kültürüyle devam edelim. Dünyanın dengesini değiştiren Lenin, eşi Krupskaya ile İsviçre Alplerindeki sürgün günlerinde uzun doğa yürüyüşlerinde değişimin alt yapısını düşünürdü.
En büyük yardımcısı olan eşine, Alplerin havasının, yaşadığı nefes darlığına iyi geldiğini söylüyordu. Bazen yakın arkadaşları Rusya´dan haber getirdiklerinde, Ekim sürecinin yakın olduğunu sezmiş ve bir an önce Petrograd´a dönmeye karar vermişti.
Ne demişti Che; “Bütün yaşamım tabiatta geçsin isterdim. Küba´da Batista´yı yıktığımızda, doğaya veda ettiğimiz günlerde, göz yaşlarıma hakim olamadım ve bütün ömrüm Arjantin´de geçtiği halde, üniversiteli olduğum tıp fakültesi günleri dahil hep kentte geçmesine rağmen, tabiatla iç içe bir yaşamı sevmiştim.”
Almanya, Avusturya sınırındaki Alplerde, zirvenin en yüksek tepesinde, Hitler´in yaşadığı kartal yuvası adlı malikanesi vardı. Hitler Avrupa´yı fethettiği zafer günlerinde ömrünü hep bu kartal yuvası isimli malikanesinde geçirdi.
Köşk, büyük bir otel gibiydi. Balkona çıktığınız zaman kendinizi uçakta zannedecek kadar yüksekti. Hitler yakın dostlarını aileleriyle birlikte köşkte ağırlardı. Güzel eşi Eva Braun ile birlikte sivil kıyafetler içinde, ellinde dürbün, tabiatı seyrederdi.
Tarihin en acımasız savaşını yaparak elli iki milyon insanın ölümüne yol açan adam, savaşın son günlerinde, yenilgi nedeniyle Berlin´e dönerek, intihar ederek yaşamına son verdi.
Evet konumuz doğa kültürüydü, genel olarak doğayı sevelim, tabiat anamızın bize sunduğu inanılmaz doğal güzelliklerin kıymetini bilelim.