Nurullah ER


Yaz ayları

NURULLAH ER


Yaz ayları sıcaktır. 

İnsan bu sıcaklığı bedeninde yaşar, ruhunda taşır.
Kendini daha başka hisseder bu aylarda.
Mutluluk, huzur, özgürce yaşam bu aylarda hissedilen en yoğun duygulardır.
Giyimi, kuşamı, oturup kalkması daha bir başka olur.
Evlerin nerdeyse kapıları kapanmaz, pencereler açık olur, balkonda, sokak aralarında oturup kalkmalar, sohbetler yaşanır.
Bolluk bereket, diğer aylara göre daha fazladır. Domatesin kırmızısı, biberin yeşili, patlıcanın moru, bamya, kabak, maydanoz... günlük yemekleri oluşturan, bolca bulunan sebzelerdir. Ayrıca meyvelerin her çeşidi bu aylarda olgunlaşır. Ekmek arası peynir, karpuz, demlice çay yaz günlerinin en hafif yiyeceğidir.
Bereketli topraklara sahip bölgemiz, ne ekersin yeşerecek, ne dikersen bitecek bir iklim özelliğine sahip olduğundan sebzesi ve meyvesi bol bir coğrafyadır. Geçmişte iş imkanlarının fazlalığından, meyvesi ve sebzesi bol olduğundan, iklimi yaşamaya uygunluğundan, fakirleri barındıran, yoksulları geçindiren, üç beş kuruşa karın doyurulan bir bölge özelliğinden sürekli göç alırdı. Köylülerin tarım üretiminden kopuşu, tarım alanlarının inşaata açılması sonucu bölgemizde şimdi o bolluk bereket yok. Çarşı pazarın pahalılığı cep yaktığından insanlar evlerine ekmek almakta zorlandığından, bölgemizin fakiri ve fukarayı kollayan bereketini yok ettiler.
Yaz aylarının en sıcak günlerini yaşıyoruz. Ayağınızı uzatsanız denize batacak, başınızı kaldırsanız yaylalara değecek şekilde bir coğrafi bölgede yaşayan İskenderunlular, yazın sıcağında kavurulmak, rutubetinde boğulmak zorunda kalıyorlar. Deniz cephesine dikilen çok katlı binalarla tüm mahallere deniz kapatılmış durumda. Bölgenin sanayileşmesiyle Amanosların tepesine çöreklenen gaz ve toz bulutları dağ yelini estirmiyor. Yaşlılığın verdiği rahatsızlıklara, günlük yaşamı etkileyen hava şartlarıda eklenince, emeklilerimiz geceleri uykusuz, gündüzleri huzursuz yaşam sürer oldular. Çocuklarımızın sıcaktan uyku tutturmayan ağıdı, gençlerin isyanı, ailelerin çaresizliği dolduruyor şimdi mahalleri. Arsuz, Karaağaç, İskenderun çevresinde bulunan halk plajlarına dolmuş parası, plajda alınan giriş ücreti yüzünden bir hafta sonu denize giremiyor, girmeyi bırak denizi gölgeleyen çok katlı binalardan seyrini bile edemiyor deniz şehrinde yaşayan İskenderunlular.
Üç beş yıllık ömürde insanın insanca yaşaması ve yaşatılması kimlere zor geliyor? Niye hak ettikleri bir yaşam göz göre göre ellerinden alınıyor? İskenderun anlatılırken ekonomik zenginliği, doğal güzellikleri, tarihi değerleri ballandırıla balandırıla anlatılırken en yetkili ağızlardan, onlar görmüyorlar mı, bilmiyorlar mı İskenderunluların büyük çoğunluğunun yaşamındaki sıkıntılarını? Bunca zenginlik, bu güzellik, bunca değerler üç beş kişiye verilerek ülke bütünlüğü, refahı, mutluluğu sağlanamaz.
Zaman zaman Takvim Gazetesinin köşe yazarlarından Hakkı Yalçın´ı okurum. Geçen bir yazısında; “Çocukken İstanbul´da denize girerken, yaşça ileri olanlar bizi görünce kaçın denizin sahibi geliyor deyince, çıkar kaçardık. Sonra okumuş bir ağabey bizim böyle kaçışımızı görünce, “ne kaçıyorsunuz denizin sahibi sizsiniz” derdi. Bizlere böylesi sahip çıkan genç, muhtemelen 12 Eylül´de asılmıştır.” diyor ve ekliyor ”İnsanlık deniz seviyesinin ne kadar altına çekildiyse, alçaklık o kadar el üstünde taşınır oldu.”