Müslüm KABADAYI


YAZARIN GERÇEK(Çİ)LİĞİ

Yazarın beslendiği önemli iki kaynak, doğa ve insandır.


 

Yazarın beslendiği önemli iki kaynak, doğa ve insandır. İnsanın doğa ve toplum içinde olduğu kadar karşısındaki bin bir halini gerçekçi bir estetikle öykü, roman ve tiyatroya aktaran yazarın, kendi gerçekliğinin de derinliklerinde dolaşmayı bilen bir usta kalem olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda dünya edebiyatından birçok örnek verebileceğimiz gibi Türkiye topraklarından yetişmiş önemli yazarların da bu nitelikleri önemlidir.
Yaşar Kemal ve Ayla Kutlu´yu birbirinden habersiz bir noktada buluşturan yazar gerçekliğine dikkat çekmek istiyorum bu yazımda. İkisini de tanıma olanağı bulduğum edebiyatımızın yüz akı Yaşar Kemal ve Ayla Kutlu´yu buluşturan noktada beliren kişi ise Mehmet Can´dır. Özellikle genç kuşak için onu kısaca tanıtarak konuya giriş yapayım. 1927´de Antep İslahiye´de doğan Mehmet Can, Ankara SBF´den mezun olur. Birkaç ilçede görev yaptıktan sonra 1960´ta Kadirli´ye Kaymakam olarak atanır. Burada toprak ağalarının tarım emekçileri ve köylüler üzerindeki baskılarına karşı kamucu bir kaymakam olarak müdahalelerde bulunur. Sulama işinin kooperatif yoluyla yürütülmesi girişimi ağaların ayağa kalkmasına ve bakanlığa baskı uygulayarak 1962´de Kars´ın Tuzluca ilçesine sürülmesine yol açar. 1973´te CHP´den 15. Dönem Adana milletvekili olana kadar da kamudaki çalışmalarını sürdürür. 16. Dönem milletvekilliğinde önce Gümrük ve Tekel Bakanlığı, sonra Adalet Bakanlığı yapar. 2010´da Ankara´da ölen Mehmet Can´ın konumuzla ilgisi, Kadirli Kaymakamlığı ve 1973´te Adana milletvekilliği yaptığı dönemlerdir.
Çalakalem yazılan bazı metinlerde Yaşar Kemal´in “Teneke” romanında anlatılan 24 yaşındaki genç Kaymakam Fikret´in gerçekte Mehmet Can olduğu dile getirilmektedir. Ekşi Sözlük başta olmak üzere yaygın ortamlarda yapılan bu yanlış, akademik tezlerde de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, Hitit Üniversitesi´ndeki yüksek lisans tezinde, “Yaşar Kemal, genç kaymakamın sürgün edilişini Teneke adlı romanında da konu edinmiştir. Türkiye´de ilk defa 1967´de yayımlanan bu roman tiyatroya da uyarlanmış, yurt içinde 1966´da İlhan İskender Armağanını yurt dışında da 1966 Uluslararası Nancy Tiyatro Festivali Birincilik Ödülünü kazanmıştır.” denebilmektedir. Oysa bu romanın 1954´te gazetede tefrika edildiğini, 1955´te de kitap olarak yayımlandığını basit bir internet taramasıyla öğrenebilecek Emrah Kanlıkama´yı uyarmayıp tezde başka maddi hatalara da yer verilmesine neden olan onaylama makamındaki koca koca profesörlere ne demeli… Ayrıca, “Teneke”nin 1954´te Cumhuriyet Gazetesi´nde tefrika edilip 1955´te kitap olarak yayımlanmasına karşılık Mehmet Can´ın 1960´ta Kadirli´ye kaymakam olarak atandığı bilinmektedir. 1965´te romanını tiyatro metnine dönüştürürken Yaşar Kemal, Mehmet Can´ın eğitimle ilgili 10 yılda yapılacak okullaşmayı halkla birlikte 38 okul yaparak 1 yıla sığdırma başarısından esinlenmiş olabilir. Bu esinlenmenin, daha açık biçimde İnce Memed romanın 4. cildinde kanunları hiçe sayarak çocukların ölümüne yol açan Şakir Bey´e karşı halkı aydınlatma savaşı veren öğretmen Zeki Nejad karakterinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Kamucu bir anlayışa sahip olduğu daha önce görev yaptığı ilçelerdeki çalışmalarından bilinen Mehmet Can´ın, 33 yaşında Kadirli´ye kaymakam olarak gelmeden önce Yaşar Kemal´in Teneke romanını okumadığı düşünülebilir mi? Onun, Savrun çayından yeni kanallar açıp ağaların suya egemen olmalarının önüne geçmesinde, ağaların hazineye ait arazilere çeltik ekmelerini yasaklamasında, ilçenin çehresini değiştirecek çalışmalar yapmasında romandaki Kaymakam Fikret´i örnek almasının da etkili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Her durum ve koşulda Teneke´de anlatılan kaymakam tipinin, arada 7 yıl gibi bir zaman farkı olsa da gerçekte Mehmet Can gibi kaymakamları karakter olarak işaret ettiği ortadadır.
Yaşar Kemal´in Mehmet Can´la doğrudan tanışması ve onunla röportaj yaparak Cumhuriyet Gazetesi´nde yayınlaması 1962 yılındadır. İlk izlenimini bu röportajında şöyle dile getirir: “1962 yılı ocak ayının 12´inci günü… Ben Kadirli´ye girdim. Şaşırdım da kaldım. Sevincimden deliye döndüm. Hangi sihirli değnek değmiş de bu kasabaya, eski, yıkık, çamurlu, pislik içindeki kasabayı bir yana atıvermişti. Atıvermiş de yerine bu güzelim kasabayı getirmiş? Bu kasaba mümkünü yok benim, benim eski kasabam değil. Bu kasaba eskiye bakarak bir cennet.” Kadirli´yi ağaların cehenneminden halkın cennetine dönüştürmeye başlayan Mehmet Can´ın, buralı olan İçişleri Bakanı Ahmet Topaloğlu tarafından ağaların baskısı üzerine erkenden Tuzluca´ya sürülmesinde, bu röportajının yarattığı etkinin de payı olduğunu düşünen Yaşar Kemal, daha sonra üzüntüsünü dile getirmekten çekinmemiştir.
Evet, yeri gelmişken 1970´lerin sonunda Hatay´ın Yayladağı ilçesine bağlı Kışlak köyünden aydın bir imam olan Şerif Yıldız´la yaptığım bir görüşmede anlattıklarını hatırladım. Ergenlik çağında kaybettiği oğlu Zihni´nin adını niye koyduğunu şöyle açıklamıştı: “1950´lerde ramazan aylarında köylerinde teravih kıldırmak üzere beni imam olarak tutan köyler olurdu. O zaman Yaşar Kemal´in köyü Hemite´de ramazan ayında çalıştım. O çevrede ağalık düzeni baskındı, köylülere zulmederlerdi. O çevrenin ileri gelenlerinden bir adam vardı, adı Zihni´ydi. Bu adam fakiri düşünen, halka yardımcı olan biriydi. Kendisi gibi düşünen Kadirli kaymakamıyla sık düşüp kalkardı. İşi olmadığı zamanlar ya benim yanıma gelir ya da beni evine aldırırdı. Camideki hutbelerimde hep emeğin hakkını vermelerini, kimseye zulmetmemelerini, zalimlere boyun eğmemelerini söylediğim için halka, beni çok severdi. Onun bu sevgisine ve mazlumdan yana olmasına binaen, o yıl dünyaya gelen oğlumuzun adını Zihni koydum.”
Bu anlatıyla Yaşar Kemal´in röportajında belirttiği 15 yılda 37 kaymakamın alaşağı edildiği Kadirli´de Mehmet Can´ın 38. kaymakam olduğu gerçeği birleştirildiğinde, Mehmet Can´dan önce de ağalık düzenine kafa tutan kaymakamların varlığı açıkça anlaşılmaktadır.
Gelelim Mehmet Can´ın Ayla Kutlu´yla bağına… 23 Şubat 2018´de Ankara 12. Kitap Fuarı´nda “İnsan ve Edebiyatçı Olarak Ayla Kutlu” başlıklı bir oturum düzenlenmişti. Konuşmacılardan merkez valisi olan İsa Küçük, sunumunun bir yerinde şöyle dedi: Kaymakamlık mesleğinin kadınlara kapalı tutulması nedeniyle Ayla Kutlu, 1970´lerin başında Başbakanlığa uzman olarak atanır ve Kanunlar Dairesinde çalışmaya başlar. Kendisine verilmiş önemli dosyalar üzerinde titizlikle çalışır. Keban Barajı´nın inşası sürecinde başbakanlığa intikal eden şikâyet dilekçelerinin incelenmesi sonucunda düzenlenmiş müfettiş raporlarının değerlendirilmesiyle ilgili olarak yaptığı saptama ve önerileri üst yönetimin dikkatini çeker. Birileri rahatsız olmuştur. Yukarılardan bir ses, “cin olmadan adam çarpmaya kalkıştığı” gerekçesiyle Ayla Kutlu´nun oradan uzaklaştırılması talimatını verir. Böylece Ayla Kutlu, Meşrutiyet Caddesi´ndeki Neşriyat ve Müdevvenat Dairesi´ne hiçbir iş verilmemek kaydıyla gönderilir. Görevi, bir odada iki eski memurla oturmaktan ibarettir. Bu olayın en başında, onun İçişlerindeki görevinden alındığını duyan ´Efsane Kaymakam´ Mehmet Can´ın şu sözü, bürokrasideki ötekileştirmeyi tarihlemekte ve bugünü daha da anlamlandırmaktadır: “Yazık, Cumhuriyetin güzel kızını Meşrutiyete sürmüşler.”
Doğrusu, daha önce bu anlatıyı hiç duymamıştım. Kentteşim ve yazar yol arkadaşım Ayla Kutlu adına, boyun eğmeyen tavrı dolayısıyla onur duydum. Aynı zamanda, Mehmet Can´ın, bugünlerde “Yeni Osmanlıcı” zihniyetin Türkiye´de yol açtığı büyük tahribat dikkate alındığında, yaklaşık 50 yıl önceki gerilemeyi veciz biçimde ifade etmesine de hayran oldum. Bu “efsanevi kaymakam”dan esinlenerek, “Bu güzel yurdumuzu, Abdülhamit istibdadına mahkum etmek istiyorlar!” diyebiliriz. Türkiye´nin namuslu aydınlarına, sanatçılarına ve emekçilerine düşen görev de, çağdaş Tevfik Fikret olmaktan geçiyor.