Leman GÖÇMEN


Yazıp Çizme Sevdası

Her insanın doğuştan bazı yetenekleri, hevesleri vardır.


Her insanın doğuştan bazı yetenekleri, hevesleri vardır. Benimki okumaya başladığım 9-10 yaşlarında, Kaptanpaşa Camisi´nin civarında omuzlarımda bezden torbalar içindeki kitapları yerlere yayarak satanlardan aldığım, gelmiş geçmiş aşkların, Leyla ile Mecnun, Aşık Garip, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin ve daha nicelerinin aşklarını yazan küçük kitapçıklarla başlamıştı. 

Çay Mahallesi´nden Mithatpaşa´ya gelip giderken onlardan alır okurdum. Bir de yine broşürler şeklinde yazılmış şarkı sözleri vardı. Hele de onlara bayılırdım. Zira onları şehrimizdeki kitapçılarda bulma imkanı yoktu.
Bir de Türk müziğine çok az zaman ayıran radyolarımız vardı. Onlar için bir defter almıştım. Gün içinde okunan şarkıları cankulağı ile dinler, sözlerini yazar, melodiyi beynime nakşederdim. Arada bir kaçırdığım yerleri olursa bir defa daha o şarkıyı dinlemek için gün sayardım.
O günlerde öğrendiğim Türk Müziği´nin nice güzel şarkılarını hocalarım İsmail Akçapınar, rahmetli Mustafa Şenel ve Ankara´daki TRT´nin en büyük kanun üstatlarından Gültekin Aydoğdu, kusursuz söylediğimi söylerlerdi. Ve hala aynı lezzetle onları mırıldanırım.
Böylece tekrar 15-16 yaşıma dönerek konumuza geçmek istiyorum.
40´lı yıllarda, yani benim 15-16 yaşlarımdaki yıllarım. Evimize 3 tane gazete gelirdi. Ankara´dan Ulus. İstanbul´dan Dünya ve Son Posta. Dünya Bedii Faik´in, Son Posta da yanılmıyorsam Hüseyin Cahit Yalçın´ındı. Ulus, aynı gün elimize geçerdi. Ama, İstanbul´dan gelenler ancak ertesi gün elimize geçer, ikinci gün okuyabilirdik.
Gazeteleri önce babam işyerinde okur, sonra eve getirirdi.
Günün tarihini hatırlayamıyorum, o günkü gazetede Hikmet Münir Ebcioğlu köşe yazarıydı. Hem de yine yanılmıyorsam radyoda spiker ve program yapımcısıydı. Daha sonra oğlu Fecri Ebcioğlu da hepimizin tanıdığı bir isim olmuştu. Bu yazıyı okuduğum zaman müzikle ilgili bir methiye yazmıştı. Ama ben hiç beğenmemiştim. Benim zevklerime ve düşüncelerime uymamıştı. Biraz isyankar olan mizacım, ‘Leman kalemi al, sen Hikmet Ebcioğlu´nun yazısını eleştir´ dedi. Ve yazdım. O kupürü ne yazık ki kaybettim. Aradan 70 yılı aşkın zaman geçmiş, mealini tam hatırlamıyorum.
Yazımı postaya verdim.
Aradan 10-15 geçmişti. Babam bir gün öğleden sonra, eve elinde gazetelerle geldi. Ama gözlerinde büyük bir sevinç pırıltısı vardı. Gazeteleri arkasına sakladı. “Sen yine ne yapmışsın analık” dedi. Bana ‘analık´ diye hitap ederdi zaman zaman. ‘Yine ortalığı karıştırmışsın´ dedi. Bir an şaşırmıştım. Yani korkayım desem, babamda korku izi yoktu. Bana gazeteyi uzattı, “Koskoca Münir Hikmet´e neler yazmışsın” dedi.
Bir baktım ki, başlangıç şöyleydi: “Sevgili okurlarım, bugün İskenderunlu bir arkadaşımızdan bir mektup aldım. Size bundan örnekler vereyim diyordum ama, beni o kadar etkiledi ki, hemen hepsini siz okurlarımla paylaşmaya karar verdim.” Ve yazımın tamamına yer vermişti.
Ben orada müzikle ilgili, Türk Müziği´ne o dönemde adeta bir üvey evlat muamelesi yapıldığı kanısındaydım. O zaman Ankara Radyosu´na filan ulaşma imkanımız yoktu veya bilmiyorduk. İçimden geldiği gibi yazmıştım demek ki. Ben birazını okuyunca gazeteyi bırakıp babama sarılmıştım. İkimizde ağlıyorduk.
O zaman zaman beni okula göndermediğini, iç çekerek beyan ederdi. Ben o zaman bir lise talebesi olmalıydım. Ama memleketimizde ne yazık ki, o yıllarda sadece şu andaki İskenderun Lisesi´nin yerinde bir ortaokul vardı. Ondan sonrası da yoktu. Gidenler yatılı okullara, yatılı öğretmen okullarına giderdi. Oraya da beni göndermelerine imkan yoktu. Çünkü kız çocuğuydum.
Bunu bir şikayet diye asla söylemiyorum. Babamın bana verdiği özgüveni ve sevgiyi azarlamada, kusur bulmadan, öyle karşılıksız bir sevgiyi başka hiç kimseden tatmadım. Belki de ben hakketmedim. Onun bana verdiği engin hürriyetleri ve sonsuz sevginin önünde aziz ruhunun önünde minnetle eğiliyorum. Nur içinde yatsın.
Hoşçakalın diyorum.