Leman GÖÇMEN


Zafer Haftası

“26 Ağustos gece sabaha karşı topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı”


“26 Ağustos gece sabaha karşı 

topların çelik ağzı
çaldı bir hücum marşı”
hangi yürekli şairimizin şiiri olduğunu ne yazık ki hatırlayamıyorum. Ama, her 30 Ağustos Bayramı kutlamalarında bu dizeler dilimden dökülür.
Malum bu mevsimde hep yaylalarda olurduk. Babacığım Fransız işgali yıllarında hiçbir milli bayramı kendi doğduğu topraklarda kutlayamadığından, her milli bayramı mutlaka bizleri de götürerek kutlardı.
1939-40 döneminde ilkokula başlamıştım. O yaz Belen´e yaylaya çıkmıştık. 23 Nisan ve Cumhuriyet Bayramını okulla kutladığımdan 30 Ağustos bayramını hep merak ediyordum. O yıl annem, küçük kız kardeşim Şengül´e hamileydi. Onun doğumunu bekliyorduk. ‘Doğum bayrama denk gelmese bari´ diye büyükler aralarında konuşurlardı.
Kardeşim, 10 Ağustos´ta dünyaya geldi. Eski geleneklerimizin biri de ‘yarım kırkı´ denen, çocuklara bir çeşit banyolu kutlama yapılırdı. Annemle babam, “Mutlaka 30 Ağustos Bayramı´na götüreceğim” dediğinden, bebek 30 ağustosta tam 20 günlük olmuştu. Sabah erkenden ebe hanım geldi, bebeğin dualarla ilk banyosu yapıldı. Hatta hatırlıyorum, ebe hanım anneme, “Kızım 20 günlük bebekle dışarı çıkılmaz, günahtır” dediyse de “Babası biraz sonra araba gönderecek, hep beraber biz İskenderun´a bayrama gideceğiz” demişti. Hatta evimize Ceyhan´dan akrabalarımızdan bir de misafirimiz vardı.
O yıllarda Belen´in bir tek taksisi vardı. Bekar lakaplı zarif bir şofördü. Arabasına binmek de bir ayrıcalıktı sanki. Annemin kucağında güle oynaya İskenderun´a indik. Bayramlar o zaman Cumhuriyet Meydanı´mızda yapılırdı. Şu andaki Salim İşhanı, o zaman Şehir Palas isimli bir oteldi. Otelin, şehrin her tarafı kırmızı bayraklarla donatılmıştı. Ahşap bir oteldi. Yanılmıyorsam 4-5 katlıydı. Her tarafı bayraklarla donatılmış, davul zurnalar şehrin sokaklarını çınlatıyordu. Balkonlarından birini bize tahsis etmişlerdi. Tırmandık ve yerleştik. Köylerden şehre akın akın insanlar gelmeye devam ediyordu ve beyaz gömlekli siyah parlak kumaştan yapılmış şalvarlarıyla köylülerimiz davulun önünde öbek öbek halay çekiyorlardı. Merasim saati geldiğinde, alan boşaltıldı. Merasim başladı. Yaz olduğundan okulların katılmasıyla ilgili bir hatıram yok, ancak esnaf birliklerinin süslenmiş arabalarla iştirak ettiklerini, 39. Tugay´ın tamamının kutlamalara katılacağını babam söylemişti. Heyecanla, keyifle seyretmeye başladık. Önce kaymakam, belediye başkanı, nur içinde yatsın Şükrü Kanadlı, atıyla birliklerin başında merasime katıldı. Artık ben de o minicik ellerimle alkışlamaya çalışıyordum.
7 yaşımdaydım. Epey bir zaman sürdü. Merasim bittikten sonra Altındişler Oteli´nin altında babamın işlettiği Amanos Lokantası´na geçtik. Yemeğimizi yedik. Ama şenlik hala devam ediyordu. Davullar çalıyordu. Mahalle aralarına dönme dolaplar kurulurdu. Dini bayramlarda olduğu gibi milli bayramlarda da zaman zaman olurdu. Salim İşhanı´nın altı, sonradan İmren Pastanesi olarak çalışan, kişilerin dondurma yaptıkları yerdi. Zannediyorum şu andaki Yusuf Amca´nın büyükleriydi. Ondan başka da dondurmacı hatırlamıyorum. Ama küçük arabalarla onlarca, belki yüzlerce vardı. “Limon, kaymak” diye bağırarak sokaklarda dolaşırlardı. Ancak o lezzeti ben hala hazır dondurmalarda hiç mi hiç bulamıyorum.
Dondurmalarımızı da yedik. Çok sevdiğim faytonumuza da bindik, şu andaki Belediye Doğan Gazinosu ve sadece plaj olarak çalışan plaj gazinosuna doğru gittik. Gazino diyorum zira, o tarihte sadece plaj olarak çalışırdı. Fransız yapısı, şirin, çok güzel kabinleri olan, palmiye dallarından yapılmış bir hayması vardı. Millet sadece çay kahve içer, denize girerdi. Denizin üzerine tahta ayaklarla yapılmış bir metre yükseklikte bir zemini vardı. Oradan denize girilirdi. Birkaç yıl sonra babam orasını lokanta olarak çalıştırdı. 1938´ten 1978´e kadar bizim işyerimiz olarak kaldı.
Bunun 20 yılını, 1958´de vefat eden babamdan sonra ailenin büyük çocuğu olarak ben devraldım. Eskiden Fransız döneminde Halep´ten Beyrut´tan buraya rahatlıkla gelen insanlar, hangi seneye kadar olduğunu hatırlayamayacağım, pasaportsuz olarak ailecek Halep´ten Beyrut´tan gelirlerdi. Çok güzel kaya balıklarıyla ünlenmişti lokantamız. Hatta öyle ki, babam eve bazen çok geç geldiği zaman, -annem babam gelmeden uyumazmış- ona ağam diye hitap ederdi- ağam niye geç kaldın deyince, “Halepli müşterilerim tavla oynamışlar, kim kaybederse plaj restoranda hesapları o ödeyecek demişler, yola çıkıp ancak o saatte gelmişler.” Halep Adana kadar mesafe biliyorsunuz. O saatte salata yapan da gitmiş olurdu, babacığım salatayı yapar, balıkları yedirirler. Onları yola koyar ancak eve gelirmiş. Plaj Restoran olarak anılması başlangıcın plaj olmasındandır.
O zaman şimdinin teknolojisinin binde biri olsaydı, resimlemek mümkün olurdu. Ama ben hafızamda kalanlarla sizlere elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Zira tanrıma binlerce şükrediyorum ki, bana kuvvetli bir hafıza vermiş. Unuttuğum, atladığım, hatta bocaladığım yerler vardır. Affınıza sığınıyorum, bu anlattığım 75 sene evveline ait.
Babamdan sonra da ben her milli bayramı canı gönülden kutlamışımdır. Yine hangi yıl hangi yıl olduğunu bilemeyeceğim, 30 Ağustos yasayla zafer haftası olarak ilan edilmişti. Son yıllarda bir çok sebeple milli bayramlarımız hani deriz ya ‘budana budana kuşa döndü´ diye, aynen öyle oldu. Ben her Zafer Haftası´nda evimin balkonuna iki tane bayrak asarım. Hatta Akın´dan rica etmiştim, “Resimle, bayram yazısında o resimleri koyarsan sevinirim” demiştim. Çekti mi bilmiyorum.
Şu anda zorunlu olarak yaylaya çıktım. Bayramı ancak gönlümle kutlayacağım.
Nice yıllar değer verilen bayramlarla ülkemizin varolmasını temenni ediyorum. Zafer Haftası´nın kıymetini bilmeliyiz, çocuklarımıza öğretmeliyiz. Bu bayramlar olmasa yüce Atatürk, bizzat katıldığı o Kocatepe´deki tırmanırkenki kalpaklı fotoğrafı her bayramda gözümün önüne gelir ve ben televizyonda bayram geçişlerini seyrederken bile ona asker selamı veririm.
Gürsel Öztürk paşanın buraya tayin olduğu seneymiş meğer, Soğukoluk´taki evimin bahçesine incir ağacıma iki tane bayrak asmıştım ve bir gün öğleye doğru elimde hortum, çiçeklerimi suluyordum. Yola baktığı için evim, yoldan muhtarla beraber üniformalı biri bayrakları görünce döndü tam manasıyla bir asker selamı çaktı. Ben de gülerek cevap verdim. Daha sonra muhtara sordum, yeni gelen paşa olduğunu söyledi. Telefon edip, selamına teşekkür ettim. Dolayısıyla tanışmış olduk. Bir gün davet edip, “Kanadlı Kışlası´nda misafirim olun” dedi. Oğlum Tarık ve gelinim Nermin´le beraber ziyaretine gittik. Çok güzel anılarla dolu bir sohbet yaptık. Şimdi rahmetli olan eşi, ful çiçeğimizi çok severmiş. Bir saksıda kendisine ful götürmüştük. Eşini kaybetti, acısını yeniden paylaşıyorum. Selam ve saygılarımı sunuyorum.
İnşallah bayramımızda Hatay´a ve Türkiye´ye yaraşır bir bayram olur
Hoşçakalın.