Leman GÖÇMEN


Zeytin bizim baş tacımızdır

Bu mukaddes yiyecekle son günlerde, ‘ağaçları kesilecek, yerine tesis kurulabileceği´ sözlerle epeyce çalkalandık.


Bu mukaddes yiyecekle son günlerde, ‘ağaçları kesilecek, yerine tesis kurulabileceği´ sözlerle epeyce çalkalandık. Ancak, biz güney olarak zeytine çok geç ulaşmışız. Bu da biz vatandaşların değil de bizi yönetenlerin daha doğrusu devlet elinin değmeyişi olmuştur. Ama öyle bir hızla zeytine sarıldı ki bölgemiz; bir karış toprağı olan bile, tarlası yoksa evinin önüne zeytin dikti. Yağından önce çocuklarımızın küçük zeytin dedikleri halhalı zeytinimiz, sonbahar geldiği zaman aranılan başlıca yiyeceğimizdir.

Şu anda ülkemizde her kesimden insanımız, bilhassa bizim bölgenin yeşil zeytinini, zeytinyağını mutfaklarımızın sultanı yapmıştır.

Zeytinliklerin ‘imara açılsın mı açılmasın mı´ konusu bile benim içimi yaktı. Köyde şehirde herkesin geçim aracı, gelir aracı olarak birinci sırada gelmeye başladı. Kışlık zeytinlerini Türkiye´nin hangi yerinde olursa olsun tatile gelen götürüyor, gelemeyen de otobüslerle, kargo şirketleriyle mutlaka temin ediyor. Hele hele gurbetteki Hataylılar televizyonlara konu olacak kadar Türkiye´nin her tarafına taşınıyor. Şu anda bizim en çok 13 ila 15 liraya aldığımız zeytinyağı, marketlerde 30 lira ve daha da üstünde bir fiyatla satılıyor. Eğer öyle bir kıyım olsaydı Ege ve Marmara bölgesinden gelen zeytinyağı ve zeytinlere hiçbirimizin gücü yetmezdi. Yine geçmiş yıllardaki gibi ot yağlarına talim ederdik. Neyse ki Meclis´ten tasarının çekilme kararı alındı.

Korkarım bu işte hain düşünceler, hain eller var. ‘50´li yıllarda tereyağı sağlığa zararlıdır diye köylümüzün ineklerini sattırdıkları ve İstanbul´un göbeğine kurulan bir margarin fabrikasının yağını bütün Türkiye´ye dayattıkları gerçeğini, başkalarını bilemem ama benim hafızamdan hiç silinmemiştir. Buna benzer bazı hurafelerle zeytinle uğraşanlar bitmeyecektir.

Türkiye´nin tarımı, başta pamuk olmak üzere buğdayı, mercimeği.. bilhassa Hatay´ın ve Maraş´ın pirinci ne olduysa birdenbire kayboldu. Şimdi o kayıpları yavaş yavaş telafi etmeye uğraşıyoruz.

Tekrardan diyorum ki zeytinimize her kesimden insanımızın sahip çıkılması, tek dal zeytinimizin kurutulmasına göz yummamalıyız.

Çok değil 6-7 yıl evveldi. Urfa ve Mardin´e bir geziye katılmıştım. Programımızda GAP´ı gezmek de vardı. Hepimiz, GAP çalışmaya başlarsa Türkiye büyük bir bolluğa çıkacak diye beklerdik. Rahmetli Demirel´in bile “GAP´ı kimseye gaptırmam” deyişi hala kulaklarımızdadır. Oraya otobüsle gittik. Yürüme zorluğum olduğu için otobüsten izledim. Gözün alabildiği kadar ekili alanlar göğsümüzü kabartmıştı. Yalnız benim o güne kadar görmediğim bir bitki vardı. Mercimek olduğunu söylediler. Çok yıllar evvelden beri Türkiye´nin yediği mercimeği Urfa ve Mardin civarı, yani barajın yapıldığı bölge civarı eker biçermiş. GAP´ın bitmesiyle bu bolluk Türkiye´yi ihya edecek deniyordu. O kış bir televizyon programında bir yüksek ziraat mühendisi, şu anda Türkiye´nin mercimek ambarı olan yerlerin tamamının yabancılara satıldığını, oradaki küçük çiftçinin yerli vatandaşlarının ekim yapma imkanının kalmadığını, “acı bir gerçektir ama, gerçektir” demişti.

Gerçekten o sene mercimek ithal etmeye başladığımızın haberleri yayılmaya başladı. El altından duyduğumuz haberler, o muhterem vatandaşımızın söylediği doğrulanmış oldu. 3-4 liraya aldığımız mercimeğin kilosu 10- ila 15 lira arasında satılıyor dendi. Ben almadım, ama 10 liraya kadar mercimek alanları duydum.

Hani Türkiye´nin bir karış toprağını satmazdık, hangi vicdanlar sattı?

Evinin etrafından bir karış toprağını bile ekip biçen gariban bir milletiz. Ama devlete kimsenin gücü yetmez. Buna inanmak istemiyorum. O gördüğüm mercimek tarlalarını yeniden bizim çiftçilerimizin, bizim 40 derecede yıllardır ömür tüketen Doğu´daki vatandaşlarımızın emrine ve hizmetine döndürülmesini diliyorum. Sulama kanallarının bile vatandaşın emrine hiç verilmeyeceğini de o zaman duymuştum. Bunları yazmak benim haddin değildir belki, ama ben hayatını ekip biçerek kazanan bir aileden geliyorum. Toprakla uğraşmanın hem ne kadar mukaddes olduğunu hem de zor, çok çalışılıp az kazanılan bir iş olduğunu çok iyi bilirim.

Evimin balkonuna nane, maydanoz, taze soğanlarımı kış boyu ektim ve topladım. Şimdi de salatalıklarımı büyüttüm ve yiyorum. Çok değil 15-20 gün sonra da çeşit çeşit süs biberlerimi toplamaya başlayacağım. Herkes de yapabilir. Almanların yıllar önce damlarına patates ekip patatesten ekmek ürettiklerini ilkokul kitaplarında bizlere okutmuşlardı. Hala, doğduğum toprakların mevsim geçişlerinde yetişen meyvelerini özlüyorum. Sağlığımın elverdiği yıllarda senede 2-3 defa gider, toplar o meyveleri hazla yerdim. Dağımın oğlu Fikret, yıllar öncesi Almanya´ya gidenlerden biriydi. Orada 15 yıl kadar kaldı. Kendi arazisi de vardı; döndükten sonra birikimiyle toprak aldı. Epeyce bir zeytin ektiğini biliyorum. Şu anda kaç ton olduğunu bilemem ama tonlarla zeytinyağı sattıklarını, bölgemizde attun denilen siyah zeytin ve yeşil zeytinlerini yapıp satarak gül gibi geçiniyorlar. Bu aradan dayızademe ve oğlu Ayhan´a başarılar diliyor, gözlerinden öpüyorum.

Şu anda iptal etmeye çalıştıkları zeytin ekimini hiçbir şekilde kimsenin elinden alamazlar umuyorum. Zeytin o kadar yaşamamıza girdi ki, zira emekli olan öğretmen kuzenim bile şimdi zeytincilikle uğraşıyor. Herkes çok mutlu, herkesin cebi/eli para görüyor.

Herkese başarılar diliyorum. Bu uğurda Hatay´daki zeytin dayanışmasında emeği geçenleri, bütün duyarlı insanlarımızı kutluyorum, kucaklıyorum.

Hoşçakalın.