Leman GÖÇMEN


Ziraat Bahçesi´ne nasıl kıyacaksınız?

Son günlerde İskenderun´un gündeminde sevgili Ziraat Bahçemiz var.



Son günlerde İskenderun´un gündeminde sevgili Ziraat Bahçemiz var.
Sevgili diyorum. Zira, bütün İskenderun´un, çevre köylerin, hatta yurt içinden geziye gelenlerin ilk ziyaret ettikleri yer denizimiz, ikincisi Ziraat Bahçemizdi.
Orada yetişen narenciyenin her çeşidini en güzel ve sağlıklı bir biçimde bizlere sunan, gelmiş geçmiş, bu dünyadan göçüp gitmiş olanların hepsine minnet, şükran ve rahmetlerimi sunuyorum.
Oraya hastane yapacaklarmış!?
Şu yaşlı ve hasta halimde termik santralleri yaptırmamak için Ankara´ya, bakanlığın önünde halay çekip davul çaldıran Silifkeliler gibi gitmek isterdim. Bununla uğraşan başta Dr. Eyüp Tümkaya ve bütün uğraş verenlere, bütün doğayı, İskenderun´u sevenler adına sonuna kadar direnmeleri için hepimizin duaları ve destekleri var.
Bahar geldiği zaman tarla gibi ekilen mor menekşelerin hafif ve ilahi kokusunu içime doldurmak için Ziraat Bahçemize gider, buraya gelenlere ikram edilmek üzere hazırlanan greyfurt ve portakal sularını içer, merhabamızı yapar, hangi meyve vaktiyse- yeni dünya, çilek, limon, portakalımızı alır, evimize dönerdik.
Orayı rahmetli Naciye Çetiner teyzemiz ve eşi Yusuf Çetiner, yanılmıyorsam ilhaktan sonra Ziraat Bakanlığı´na hibe etmişlerdi. Ben böyle biliyorum. Bir üretme çiftliği ve İskenderun´a nefes alınacak bir yer olsun diye hibe edilen buralar şimdi beton yığını olursa Naciye teyzemin ve Yusuf amcamın kemikleri sızlamayacak mıdır? Av. Kayhan Çetiner´in anne ve babasından bahsediyorum. Nur içinde yatsınlar.
Takribi 25 yıl evvel Mehmet bey adında bir ziraat mühendisi orada görev yapıyordu. 2 tane çiçek serası yapmıştı. Kaktüsten tutunuz, Afrika menekşelerinin, açelyaların ve ismini bilmediğim yüzlerce çiçeğin üretimini yapar, devlet adına da küçük paralarla satışı yapılırdı. Ne olduysa ülkemize musallat olan -bir veba diyorum- özelleştirmeden sonra oldu. Özelleştirmeden sonra birkaç defa eşin dostun ısrarıyla Ziraat Bahçesi´ne meyve ve fide almaya gittik. Sözde çiçeklere bakıyordum ki, bir de ne göreyim yüreğine hançer saplanmış gibi bir fırın yapılmış. Ve orada satılmak üzere börekler ve küçük ekmekler pişiriliyordu. O gün nasıl bir Sümerbank´ın kapandığı gün kapısında ağladıysam, Ziraat Bahçesi´nden de kendimi dışarı atıp hiçbir şey almadan geri dönüp geldim.
Keşke ben o günlerde bu işe gönül verenlerden bir ekip kursam, bu mücadeleyi 20 sene öne başlatsaydım. Bu tehlikeyi sezmiş olsaydım…
Dilerim geç kalmamışızdır. Ben sayın Belediye Başkanımızdan da bu konunun hassasiyetini göz önüne alsın derim. Kendisi de portakal çiçekleri içinde büyümüş bir insandır.
Biraz daha geriye döneceğim. 1950´li yılların başında Elazığ´dan misafirlerimiz vardı. “Portakalı yiyoruz ama, ağacını görmedik. İskenderun´da var demişlerdi. Bizi öyle bir bahçeye götürür müsünüz” dediler. Göğsümüz kabararak arabalarıyla hep beraber gittik. Çok güzel yetişmiş elemanlar vardı. Kapıdan karşıladılar. Müdüriyet odasına gittik. O kapı her zaman her vatandaşa açıktı. Renk sayısını sayamayacağımız kadar da gülleri vardı. Ve misafir olduğu zaman hemen birkaç tane koparır ikram ederlerdi. Misafirlerimiz Nermin arkadaşımın dayısı, yengesi ve yetişmiş çocuklarıydı. Portakalları gördüklerinde her ağacın dibinde hayran hayran onlarca fotoğraf çekmişlerdi. Ne yazık ki, kendi makineleriyle çekmişlerdi, elime bir tane bile fotoğraf geçmedi.
Şu anda anasından zorla koparılıp da evlatlık verilen masum bir çocuk gibi bu güzelim ağaçları kesip beton yuvası yapacaklar.
Güzel de bir kılıf; hastane. Hastane olunca elimiz kolumuz bağlı kalacak sanıyorlar. Ben 85 yaşımdayım ve hastayım, 2 gün sonra da hastaneye yatacağım. Burnumun dibinde bir hastane olsun isterim. Ama, Ziraat Bahçesi´ne değil.
Yazının adını önce koymakta bile zorlandım. Zira içimin yandığını hiçbir kelime anlatamaz. Fakat çok zorda kaldığımızda söylediğimiz gibi, “Allah aşkına yapmayın!”
Ziraat Bahçesi´ne nasıl kıyacaksınız?
Hoşçakalın,