Antakya/SES
Hatay Barosundan yapılan açıklamada şunlara yer verildi: '17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük merkezli Marmara depreminin üzerinden 22 yıl geçti. Marmara Bölgesi başta olmak üzere 16 milyon insanımız bu depremin sonuçlarını yakından hissetti. Aradan geçen 22 yılda Bingöl, Van, Elazığ-Sivrice gibi büyük depremlerin yanı sıra Çanakkale, Manisa, Muğla-Bodrum, İzmir, Adıyaman, Denizli, Tekirdağ, Bingöl ve Malatya gibi illerimizde yaşanan depremlerde çeşitli ölçeklerde can ve mal kayıpları yaşandı. Bu depremlerden sonra da ´bundan sonraki´ depremlerde benzer sonuçları yaşamamak için alınması gereken önlemler yine hatırlandı, ihmal varlığı ifade edildi. Geçtiğimiz günlerde günlerce söndürülmeyen orman yangınlarının ardından Batı Karadeniz Bölgesi´nde yaşanan sel tam bir yıkım oldu. Tüm bu afetlerde gördük ki doğayı hiçe sayan, beton ve rant üzerine kurulan politika insanların can ve mal güvenliğini sağlamamakta, aksine yıkımlara sebebiyet vermektedir. Asli görevi sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir bir çevre oluşturmak olan devlet eliyle, ormanları, kıyıları, doğal kaynakları hiçe sayan, kentlerin tarihini, kültürünü yok eden, toplumu ve kentleri kimliksizleştiren rant projeleri hayata geçirilmektedir. Deprem konusunda olduğu gibi orman yangınları, heyelan, sel, tsunami, küresel iklim değişikliğinin yarattığı etkiler gibi tehlike unsurlarına karşı yerel düzeydeki sınırlı ve çoğunlukla afet sonrası çabaların dışında, ülke genelinde, sistematik bir ´risk yönetim sistemi´ inşa edilmemiş, ülkemizin ´afet gerçekliği´ imar, tarım, madencilik, enerji, sanayi gibi ana sektörlerde karar süreçlerinde göz ardı edilmiş/edilmeye devam etmektedir. Deprem yine olacak, yağmur yine yağacak, biliyoruz. Günlük rutinimiz içerisinde yer almasa da deprem ve diğer tüm doğal olaylar hayatımızın bir parçası. Onları afet haline getiren ihmal ve sorumsuz politikalardır. Alınmayan önlemler, hayata ve doğaya kast etmesine rağmen cezalandırılmayan eylemlerdir. Bu gerçeği kabul edip, doğal yaşamın gerçeklerini uzun uzun konuşmak yerine doğa olaylarının bir afet yaratmaması için gerekli önlemler üzerinde konuşmalı ve zaman kaybetmeden gerekli tedbirleri almalıyız. Rant ve talan üzerine kurulan yönetim anlayışından vazgeçilerek doğal olayların sonuçlarını önleme çalışmalarının bilimsel metotlarla sürdürülmesi, “can ve mal güvenliği” kavramının siyaset üstü bir statüye kavuşturularak bir devlet politikası haline getirilmesi elzemdir. 17 Ağustos ve o günden bu yana yaşanan acıları unutmadığımızı, unutturmayacağımızı belirtmek istiyoruz.'