Sadet Berkyürek/İskenderun
“Hatay’ı unutturmayacağız” diyen, ilk günden arama kurtarmadan, sağlık, barınma, hijyen ihtiyaçlarına koşan inisiyatifler arasında kadın çalışma grupları da önemli yer tuttu. Hatay’daki çalışmalarını 10 aydan buyana sürdüren Kadın Savunması’ndan Zehra Karahan ‘neden Hatay’dasınız, neden kadınlar, kadınlar neler yaşıyor?’ sorularına yanıt verdi, ‘dışarıdan’ bir gözle bize Hatay’ı anlattı.
“Kadından kadına bir çağrımız var: Hayatlarımızı ve birbirimizi savunma çağrısı. Sessizce olup biteni izlememizi bekleyenler yanılıyor. Çünkü kadın dayanışması var! Kendimize de birbirimize de iyi bakalım. Erkek egemenliği karşısında örgütlenelim.”
Yukarıdaki cümleler Kadın Savunması’nın yola çıkış yazısından alıntı. Zehra Karahan, “Bizi yan yana getiren de deprem bölgesine getiren de işte bu çağrı” diyor. Kendilerini, “Erkek-devlet şiddetinin yaşam alanlarımızı daralttığı, haklarımızı gasp etmeye çalıştığı bir sistem içerisinde birbirinden güç alıp sisteme meydan okuyan, hem sokakta hem karar alıcı mekanizmalarda haklarını arayan kadınlarız” diye tanımlayarak… Zehra Karahan, Hatay’ı, kadın dayanışmasının gerekliliğini şöyle anlattı:
Neden Hatay’dayız, neden kadınlar?
“6 Şubat Depremi’nin ardından harekete geçerek depremin büyüklüğünü ve etkisini kavramaya çalıştık. Bir yandan bir grup arkadaşımız arama kurtarma çalışmalarına katılmak üzere Antep’e giderken bizler de bulunduğumuz illerde ayni yardımlar toplamaya, diğer kurumları gezerek bir koordinasyon merkezi kurmak üzere çalışmalarımıza başladık. Türkiye’de birkaç ilde bulunan mekanlarımızı bir dayanışma noktası olarak konumlandırarak deprem bölgesine gönderilecek malzemeleri toparlıyor, ayıklıyor ve paketliyorduk. Şirketleri, kamu kurumlarını vb. arayarak baskı yapıyorduk. Hızlıca olanakları toparlayıp halihazırda ilişkilerimizin de olduğu Hatay’a doğru yola çıktık.
Dayanışmada neden özellikle kadınlar?
Dayanışma çalışmalarımız sırasında burada en çok karşılaştığımız sorulardan biri neden özellikle kadınlarla dayanıştığımızdı. Elbette ki toplumun tamamı depremzede olsa da toplumsal ilişkiler her koşulda erkekleri önceleyerek kuruluyor. Dolayısıyla koşullar ne olursa olsun iyi günde de kötü günde de öncelik erkeklerden yana oluyor. Bizler 2018 yılında “Kadın kadını savunur” diyerek yola çıkarken tam olarak da bu gerekçeyle bir feminist kadın örgütü ihtiyacı duymuştuk; erkekleri önceleyen bu dünyaya karşı kadınların ittifakı ve dayanışmasının örgütü. Bu nedenle de sadece hayatta kalmak için değil, bu kent yeniden kurulacaksa kadınlarla birlikte kurulması için bir ağ örmeye geldik.
Hatay’da da Antep’te de kadın…
Depremin ilk günlerinde Antep’te gezdiğimiz çadırkentlerden birinde kadınların erkeklerden ped isteyemediğini, ölümden dönmüş olsalar da sorunlarını bir erkeğe anlatmaya çekindiklerini gözlemledik. Geldiğimizde gördük ki aynı şey Hatay için de geçerliydi. Bu nedenle böyle büyük bir yıkımın ardından bölgede kadınların ihtiyaçlarını düşünebilecek ve anlayabilecek birilerinin olması önemliydi. Zamanla ilişkilerimiz de değişti. Paylaştığımız gözyaşları, yas ve kedere kahkahalar, depo düzenlemeler, ihtiyaç tespiti, dağıtımlar, kısır ve kahve saatleri de eklendi ve Hatay için Hataylı kadınlarla el ele mücadele etmeye başladık.
“Nasılsın?” diye sormanın anlamı
Elimizde topladığımız dayanışma malzemelerimizle Hatay’a vardığımızda tarih 9 Şubat’tı. İnsanlar Sevgi Parkı ve civarında kendi olanaklarıyla çadırlar kurmuş ve birçok kurum da bu bölgede toplanmış durumdaydı. Böylelikle Sevgi Parkı’na gelebilen herkes birçok ihtiyacını öyle ya da böyle karşılayabiliyordu. Bir noktada bulamadığını başka bir kurumdan sağlıyordu. Kadınlar da aynı şekilde başka yerde bulamadığı sohbeti ve dayanışmayı Asi Nehri’nin kenarına kurulu olan çadırımızda buluyordu; birbirimizde buluyorduk. Adını “Kadın Kahvesi” koyduk çünkü deprem sonrasında buradaki kadınların en çok aradığı şeylerden biri de Antakya’nın kahvesiydi, kahvenin meze olduğu sohbetleriydi. İnsanların elbette ki birçok yaşamsal ihtiyacı vardı ama kimsenin aklına o anda “Nasılsın?” sorusunu soran ve onun yanıtını dinleyen birinin nasıl da hayati bir önemi olduğu gelmiyordu. Sevgi Parkı’nın zorla boşaltılmasının ardından Defne Aşağıokçular bölgesine taşındık ve dayanışma noktamız hala burada bulunuyor. Kendimizle birlikte yüzlerce gönüllüyü de buraya çağırırken amacımız deprem bölgesindeki kadınlarla acılarını, dertlerini, umutlarını paylaşmak; birlikte hayal kuracağımız alanları inşa etmekti. Amacımız kendimizde olanı vermek, onlarda olan deneyimi de diğer kadınlara ulaştırmaktı. Güncelerimizle, yazılarımızla ve bulunduğumuz platformlarda burada yaşananları anlatarak elimizden geldiğince yapmaya çalıştık. Yaz aylarından itibaren dağıtım yapmayı bıraktık ve şimdi mahalle mahalle kadınlarla erkek-devlet şiddetine karşı mücadele üzerine atölyeler yapıyoruz.
Kadınlar neler yaşıyor?
6 Şubat depreminin afete dönüştüğü süreçte devletin asli sorumluluğunu yerine getirmediği çokça dillendirilmişti. Erkek şiddeti karşısında koruma, önleme mekanizmalarını ortadan kaldıran, her fırsatta kadın ve erkeğin eşit olmadığını söyleyen bir devlet anlayışının elbette depremde hayatta kalan kadınlara da aynı yaklaşımla hareket edeceğini bekliyorduk. O nedenle ilk andan itibaren deprem bölgesinde afetin cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten ve derinleştiren bir krize dönüşmemesi için kadınların öznel sorunlarını öne çıkarmaya çalıştık.
Öncelik koruma mekanizmaları olmalı
Devletin önceliği koruma mekanizmalarını kurmak, 6284’ü işletmek olmadı. Bu politikalar yüzünden boşanma sürecinde olan ya da uzaklaştırma kararı olan kadınlar erkek şiddetine daha da açık hale geldi. Birçok kadın boşanmak istediğini ama deprem olunca kalacak yer sıkıntısı, can güvenliği riski, hayatı idame ettirme konusunda devletin gerekli destekleri sunmaması sebebiyle boşanma sürecine giremediklerini söyledi.
Gözlemleri ve çağrıları var
İlk günlerden beri çözülmeyen sorunlardan biri ise hijyen. Temiz suya erişimin, tuvalet ve yıkanma olanaklarının olmaması nedeniyle kadın hastalıklarının da arttığını söyleyebiliriz.
İnsanların hala temiz suya ve havaya, sağlıklı bir yaşam alanına erişimi yokken iktidarın öncelediği şey evlilik ve aile oldu. Evleri bile olmayan gençlere yuva kurma çağrısı yapıp, sırf kredi çekebilmek için genç kadınların zorla evlendirilmesine ve aileye hapsedilmesine neden olacağını bile bile evliliğe teşvik etti. Kadınlarsa bu sırada yeterli çadırın olmaması nedeniyle susuz, elektriksiz, tuvaletsiz çadırlarda sırtlarına yüklenen geniş ailenin bakımıyla cebelleşiyorlardı.
Tüm bu özel alan eksikliği, alışılagelmiş rutinleri de yaşanamaz hale getirdi. Kadınların sosyalleşme aracı olan kahve saatleri artık yerini daha fazla işe, yardım kuruluşlarını gezmeye, ihtiyaçları tespit edip onları gidermeye yönelik araştırmalara bıraktı. Çünkü erkekler “gururları zedeleneceği” için eşya dağıtımı yapan yerlere gitmiyor, “kadının görevi” olan yemek yapma ve çocuk bakma gibi sorumlulukları üstlenme gereği duymuyor, çocuklarının yaşlarını dahi bilmeyen erkekler sadece depremden etkilenen kendileriymiş gibi psikolojileri bozuk olduğu gerekçesiyle çalışmama gibi arttırabileceğimiz birçok başlıkla kadınları daha da yaşanmaz bir hayata sürükledi.
Sorunlar kadınlar için eklenerek artıyor…
Bunlar hala güncelliğini koruyan sorunlar olarak karşımızda duruyorken üstüne başka sorunlar da eklendi ve katlanarak artmaya devam ediyor. İstimlak alanları, istihdam sorunu, destek mekanizmalarına erişim sıkıntısı, erkek şiddetine karşı koruma mekanizmalarının hala zorla işletilmesi, çocukların eğitimi, elektrik kesintileri, internet altyapı sorunu gibi birçok sorunla hala karşı karşıyayız."