Sadet Berkyürek/SES
Hukukçu, siyasetçi, alandan gelen bir isim Mehtap Sert. İskenderun Kadın Platformu ‘nun sözcülerinden oldu. Mehtap Sert, Yeşil ve Sol Parti Hatay Milletvekili 4. Sıra adayı. Gazetemizin geçici çalışma ofisini ziyaretinde gerçekleştirdiğimiz söyleşide Hatay’ı, kadın temsiliyetini, göçenlerin dönüşünün mümkün olup olmadığını konuştuk. Söyleşimiz Hatay listelerinden kadınların TBMM’de varlığı ile başladı. TBMM’de 11 milletvekili bulunan Hatay’ın kadın vekille temsiliyeti Hasene Ilgaz’dan sonra ilk kez 27. Dönemde mümkün oldu: CHP’den Av. Suzan Şahin ile AKP’den Av. Sabahat Özgürsoy Çelik. 28. Dönem aday listeleri incelendiğinde ise ortaya bir önceki dönemden daha dar bir kadın varlığı sözkonusu olabilecek. Bir de depremin perdesi var elbet. 14 Mayıs ve Bir Aday söyleşilerimizi Yeşil Sol Parti 4. Sıra adayı Av.Mehtap Sert ile sürdürüyoruz.
Kadın iradesi Hatay’dan eşit temsille bu dönem parlamentoya yansıyacak mı?
Eşit temsiliyetin olması için çok uğraşmamıza rağmen tüm partilerin aday listesini incelediğimizde seçilebilecek yerlerden kadın aday sayısının yeterli olmadığını ve maalesef kadınların mecliste eşit temsil edilemeyeceğini bu sonuçlardan görüyoruz.
Seçim sürecine ağır yıkımın gölgesinde girildi. Bu, sandığa gidişi etkiler mi? Depremzede Hataylı seçime hazır mı?
Bu konuda ciddi kaygılar yaşıyorduk. Çünkü biz de bireysel olarak çok büyük acılar, kayıplar yaşadığımız için sanki zaten her şey bitti, bundan sonrasında da ‘seçim olursa ne olur, olmasa ne olur’ gibi düşünüyorduk ama, geleceğimizle ilgili kaygılarımız, özellikle Hatay’da devletin uzun süre olmaması, halen devletin bir çok kurumunun faaliyete geçmemiş olması ve demografik yapının değişme ihtimaline binaen Hatay’daki seçim çalışmalarımızda sokakta insanların seçmene yüzünü döndüğünü gördük. Çünkü insanlar artık bir şeylerin hesabını sormak istiyorlar. Bu kadar dışlanmışlık, bu kadar görmezden gelinmenin hesabını birisi versin istiyorlar. O yüzden seçim çalışmaları hem bu hesabı sormak isteyenler hem de aslında hiçbir şey olmamış gibi davrananların gerçekten coşkuyla devam ettiği ve seçime iradelerini götürme konusunda kararlı olduğu bir gözlem yarattı bizde. Geçen seçimde Hatay’da seçime katılma oranı yaklaşık yüzde 80’di. Bu seçimde göçle gidenlerin taşınması konusunda tüm siyasi partiler kendi güçleri oranın bir çaba harcıyor. Bu çabanın karşılığında belki yüzde 80 katılım sağlanmayabilir, ama ben yine de ciddi bir katılımın olacağına inanıyorum.
Bir de göçle giden seçmenin geri dönüşü mümkün olabilecek mi, dönecekler mi?
Bir çok seçmen ekonomik durumu evi yıkıldığı için bir maaşa kaldıkları ya da maaşsız kaldıkları için, işsiz kaldıkları için kayıtlarını gittikleri yere taşıdı. Aralarında benim ailemin arasından da üyeler var. Bir çok seçmen de o süreyi kaçırdığı için dönmek için hevesli. Ancak hareketli seçmenler hep daha önce tarım işçileri ya da öğrencilerdi. Onların yeri belliydi, götürülecekleri yer belliydi. Ama bu hareketli seçmen dediğimiz göçle gidenlerin hem hepsi bir yerde değil, hem de geldiğinde hepsi bir yerde oy kullanmayacaklar. Bu zorluk yaratacak farkındayız. Ki seçimden önce de Adana Büyükşehir Belediye Başkanının böyle bir kaygısı vardı. ‘500 bine yakın insan burada, bu kadar insanı taşımak hem külfetli hem de zaman açısından yetmeyecek. Götürsek nerede kalacak bu insanlar?’ gibi kaygılarını dile getirmişti. Gelmek için çaba gösteren insanlar bir şekilde partilere ulaşacaklar, ama ulaşamayan insanlar da maalesef oy kullanamayacak.
Sizin parti olarak bir planlamanız var mı?
Planlamamız var. Sosyal medya hesaplarımızdan telefon numaralarını paylaşıyoruz. O telefon numaralarına ulaşan kişilerin Hatay’a gelişi sağlanacak.
‘Demografik yapının değişme ihtimali’ dediniz, bir kaygıyı dile getirdiniz? Bunu biraz açıklar mısınız?
Gözlemlediğimiz şey şuydu; geçmişten de bir pratik sözkonusu Hatay’da. Bilirsiniz önceden Reyhanlı, Dörtyol, solun kalesiydi. Sosyalist insanlar çıkardı oradan. Ama başka şehirlerden göçettirilerek getirilen ve demografik yapının değişmesine, sağcılaşmasına sebep olan etkenleri hepimiz yaşadık. Mesela Demir Çelik’e işe alımda Karabük’ten Safranbolu’dan insanlar var. Bu insanlar bir şekilde yapıyı değiştirmek için taşınmamış olsalar… devlet memuru değiller, Karabük ya da Safranbolu’dan bu kadar çok insanın kalkıp da Dörtyol’a gelip Demir Çelik Fabrikasına işe girmesi çok da gerçekçi değil. Ya da biliyorsunuz İskenderun’da Limakport, limanı aldıktan sonra Bingöl’den çok ciddi sayıda işçi getirdi, yerel halk yerine. Bunlar hep demografik yapıyı değiştirmeye yönelik basit girişimlerdi. Ama bunlar bütüne yayıldığında çok ciddi rakamlara ulaşıyor. Depremden sonra AFAD sürekli mesaj çekiyordu; “Taşınmanız durumunda nakliye paranızı karşılayacağız, ev kiralanması konusunda yardımcı olacağız” ya da devletin kurumlarının bunlara benzer açıklamaları varken aynı zamanda Cumhurbaşkanı televizyonlarda Karadeniz’den, halkımız çıkın çıkın gelin şeklinde beyanlarda bulunuyordu. Yine AKP Milletvekili Hüseyin Yayman, ‘burayı küçük Suriye’ye çevirmeyin’… aslında yönetemedikleri bir mülteci sorununu sanki mültecilerin suçuymuş gibi ya da sorunmuş gibi algılatıp, söyleyecek sözü, üretecek politikaları kalmadığında bir terörizm adı altında kriminalize ettikleri siyasi anlayışlarını burada da hakim kılmaya çalışıyorlar. Tüm bunları görüyoruz. Bunların yanı sıra Antakya’da çok büyük bir alanı, 307 hektarlık bir alanı riskli bölge ilan ettiler. Şimdi hangi gerekçeyle bu alanın tamamı riskli bölge ilan edildi? Daha sonrasında buna ne olacak? Bu konuda hiçbir açıklama yok. Ve riskli ilan edilen alan aslında eski uygarlıkların tarihi olan bölge. Burada arkeologlar çalışıyor mu hayır, ya da bu insanlara gösterdikleri yer aslında Alevilerin yoğunluklu olarak yaşadığı Gülderen Mahallesi. Orada acele kamulaştırma yapıp, yer gösteriyorlar. Benzer süreç İskenderun’da da küçük sanayi bölgesinde neredeyse bütün sanayi, ağır hasarlı olarak kayıt altına alındı. Küçük sanayiyi Moderneler mahallesinin biraz daha ilerisindeki kervan geçmez, değeri daha düşük yere taşıyacaklar. Ama mevcut yer çok daha kıymetli. Aradaki fark kime gidecek? Oralar rant alanına mı dönüşecek? Tüm bunlar birarada değerlendirildiğinde aslında yapıyı değiştirmeye yönelik çabalar olduğunu gözlemliyoruz, görüyoruz.
Aynı tabana dayanan aynı ittifaktaki 2 partinin ayrı listelerle seçime girmesini nasıl değerlendirirsiniz? Seçim sonucuna nasıl yansıyacak? Kaygı var mı?
Elbette bu konuda bir kaygımız var. Çünkü TİP’in ya da HDP’nin vekil çıkaramaması durumunda en çok oyu alan parti, ekstra bir milletvekili çıkartmış oluyor. Geçen seçimleri baz alırsak bu durumda birinci parti bir milletvekili fazla çıkarmış olacak. Bu da ciddi bir kaygı. Çünkü o zaman 7 milletvekilinin Ak Parti’den olması demek, demografik yapının tamamen değişmesine ortam hazırlamak demektir. Oy kullanırken bunları kesinlikle gözönünde bulundurmak gerekiyor. Yeşil ve Sol Parti, eşit temsiliyet, doğanın talanına son vermek, eşit yurttaşlık hakları için mücadele ediyor. Sandığa giderken bunları aklımızda bulunduralım.
Depremin gölgesinde bir seçim öncesi başka ne söylemek istersin?
Devlet burada yoktu. Birkaç gün sonra gelindi. Ama yeterli bir geliş değildi. Gönüllülerine AFAD kıyafetleri giydirilip sahaya sürüldü ve bu insanlarda insanları enkazdan çıkartacak donanım yoktu. Ve bu insanlar bunun eğitimini de almamıştı. Buna karşı bir sorumluluk beslemesi , bu kadar insanın bağırarak can çekişerek ölmesinden hicap duyması gerekirken devletin siyasi iktidar olarak daha kapsayıcı konuşması gerekirken, bir Ak Partilinin çıkıp resmi verilere göre 50 bin kişinin öldüğü bir katliamı rahmet olarak tanımlaması hicap duyulacak bir şey. Yani korkunç bir tablo gözümüzün önünde. Biz sürekli erkek devlet şiddeti diye bahsediyoruz ya iste tam da bu! Çünkü devletin bu yüzünü insanlar birebir burada yaşamış oldular. Hem depremin akabinde sokakta kalarak, enkazın altında can vererek ya da enkazın altında canlar varken hangi kriterlere uyularak ihaleler yapılıp inşaatlara başlandı, enkazlar kaldırıldı ya da bu molozlar neden insanların yaşam alanlarına dökülüyor… bunlara da bütünle baktığımızda devletin o yüzünü çok açıkça görüyoruz. 12 Eylül darbesinde bile bu şiddet heralde bu kadar yakıcı değildi. Korkunç bir acı yaşıyoruz, bu acıyı rahmet olarak nitelendirmek bence siyasi açıdan affedilemeyecek bilinç altının ortaya çıkmasıdır.