Nesrin Geyik/İskenderun
İskenderun´da faaliyet gösteren Ayna Kültür Sanat Derneği ve Evimiz İskenderun Süpürge Derneğinin geleneksel Çarşamba sohbetine konuk olan kentte özel sağlık hizmeti veren Gelişim Hastanesinin iç hastalıkları uzmanı Dr. Ender Çolakoğlu, gitmesi gerekenin Montre Sözleşmesinin uygulanması gerektiğine inanan amiralleri cezaevine atanlar ve tarım politikalarıyla ülkeyi aç bırakanlar olduğunu öne sürdü.
Hekimlerin üç ana sorunu
14 Mart Tıp Bayramı kapsamında düzenlenen sohbette konuşan ve hekimlerin sorunlarını üç ana başlıkta ifade eden Dr. Çolakoğlu, bu sorunları özlük hakkı, şiddet ve ağır çalışma koşulları olarak sıraladı. Çolakoğlu, şöyle konuştu: 'Hekimler haklarını arıyor. Çeşitli zamanlarda tam örgütlü olmasa da greve gidiyorlar. Hekimlerin ülkedeki sorunlarını üç başlık altında toplamak gerekir. Bunlar; birincisi, özlük haklarını istiyorlar. Özlük haklarında eğitimlerine meslek yaşamına uygun olmayan koşulların düzeltilmesini istiyorlar. İkincisi, Türkiyeye özgü bir durum. Mesleklerini icra ederken şiddete maruz kalıyorlar. Maalesef ülkenin her alanında şiddet çok yaygın ama her halde kamu hizmeti verirken şiddete uğrayan belki de tek meslek grubu, hekimler. Evet, toplumda şiddet var ama bir tapu dairesinde, nüfus dairesinde, başka bir kamu kurumunda, adliyede kendi işini kendi yapmaya çalışan, sokakta, evde ama bir kamu kuruluşunda bir tek sağlıkta çalışanlara karşı şiddet var. Üçüncüsü, hekimlerin çalışma koşulları hakikaten ağır. Belki açmak gerekir, özlük hakları ne? Cumhurbaşkanımız minimum, maksimum maaşları söyledi. Minimum 500 euro civarında, maksimum maaşlarda 1.500 euro civarında. Tabiki birçok meslek grubu için çok iyi bir seçenek olarak görülebilir. Asgari ücretin 300 euro olduğu bir yerde, 500--600 euro gibi rakamlar iyi görülebilir ama içinde yaşamış bir insan olarak söyleyebiliri ki eğitim şartlarının ağırlığı süresi hekim olmak için sarfedilen emekler, ailelerin gösterdiği çabalar var. Hekimlerin büyük bir kısmı girdikleri her sınavda bir dereceye girmek zorundalar yoksa hekim olamıyorlar. Tıp fakültesini kazanabilmek için ilk 15 bine girmeniz lazım. Eğitim şartları çok ağır. O yüzden kazandıkları özlük hakları sürdürülebilir değil. İkinci konu hekimlere yönelik şiddet konusu. Bireysel olarak böyle bir şey yaşamadım. Belki kişilerin süreci yönetmek gibi bir şeyi var, sorunları da olabilir ama biz hiç bir kamu kurumunda yerine gelmesi mümkün olmayan taleplerde bulunmuyoruz. Nedir şiddetin konusu, ´hastama bakılmıyor. isteğim yerine getirilmiyor, rapor istiyorum verilmiyor, istediğim gibi bir reçete yazılmıyor, sevkim yapılmıyor´ gibi şeyler. Yani kişi, hastaneyi, sağlık kuruluşunu kafasıda geçen her şeyi yaptırabileceği bir makam olarak görüyor. Halbuki başka bir kamu kuruluşunda bunun olması mümkün değil. Mesela bir tapu dairesine gitseniz siz tapunun devrinde gereken şartları yerine getirmeden tapu memuruna ´şu tapuyu benim üzerime geçir´ diyebilir misiniz? Mümkün değil böyle bir şey. Yada bir bankaya gitseniz ´urdan 10 lira, 20 lira para istiyoruz´ denildiğinde hesabınızda para varsa size o parayı verir. Aksi halde ´aklınızda zorunuz mu var?´, derler, Aynı şey, rapor istiyor. Hekim, ´hasta değilsiniz ´rapor veremem´ dediğinde şiddetle karşılaşıyor veya tıbbi kurallara uygun olmayan taleplerde bulunuluyor. İlaç vs..Orada otorite hekim. ilacın, antibiyotiğin gerekli olup almadığını, hangi tetkikin gerekli olup olmadığına karar vermek tecrübeli hekimler için bile çok zor bir karar. En zor soru nedir, diye sorarsanız, bunun yanıtı hangi hastaya hangi tetkiki isteme konusunda karar vermektir. Tıpta en zor soruların sorulduğu, yan dal. Yan dal sınavlarında, doçentlik vs. sınavlarında en zor sorular hangi tetkikin hangi hastaya uygulanacağıyla ilgilidir. Kişiler ordan elenirler. Ama bizde vatandaş geliyor ´şunu da istiyorum, bunu da istiyorum´ diyor. Hekimin iki seçeneği var. Ya hastayla dalaşmamak için devletin zaten zor olan kaynaklarıyla her şeyi isteyecek, yada gercekten hekimlik yapacak ve ´size bunlar gerekli değil´ diyecek. Birincisini yaparsanız vicdanınız yaralanıyor. İkincisini yaparsanız kibirli oluyorsunuz. Eğer karşınızdaki kabadayıysa masaya, sağa sola vuruyor. Niye bu kişi aynı tavrı, adliyede yada polis karakolunda sergilemiyor? Aynı kişi bunu neden bankada sergileyemiyor? Çünkü bunu sergilediği zaman en az bir süre güneşin yüzünü göremeyeceğini biliyor. Herkes yaptıkları suçtan dolayı ceza alacaklarını bilirse, o eylemi yapmaz. Bu iş dönüp dolaşıp siyasete geliyor. Okumuş, her alanda nefret eden bir siyasi iklimde yaşıyoruz. Bunlara nefreti, saldırıyı körükleyen, altındaki ateşe yakıt taşıyan bir siyasi iklimde yaşıyoruz. 20 yılda geldiğimiz sürecin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Nasıl çözülür? Yasayla çözülür. İnsana o suçu işlemekten caydırmak için etkili yöntemler kullanmalısınız. Hiç bir kamu kuruluşunda bunu yapamayan kişinin, hastanede de bunu yapmasını engelleyecek gerekli kuralları koyarsanız, iş biter gider.'
9 bine yakın hekim ülkeyi terk etti
Çocuğunu ziyaret için ABD´ye giden bir tanıdığının, gece 03.00´da yaşadığı böbrek sancısı üzerine Newyork´taki bir hastanenin acil servisine gittiğini anlattığını belirten Dr. Çolakoğlu, 'Tam üç saat sonra orada hekimle tanışabildi. Daha öncede bu ağrıyı yaşadığını, kendisinin de bir iç hastalıkları uzmanı olduğunu ve ´uygun görürseniz şu ilaçları yazar mısınız´ diye rica etmiş ve binbir zorlukla bir iğne yapıp gönderilmiş. Şimdi bu olayı ülkemizde düşünün. Böbrek taşı sancısını için acile girdikten 10 dakika sonra tıbbi bir müdahale yapılmasın ne olur? Acil müdahalenin ne zaman yapılması gerektiği bilimsel bir konudur. Türkiye´de hekimlerin yaklaşık yarıya yakını asistan hekim, pratisyen hekim, aile hekimi. Bunların hem eğitim süreçlerinde hemde üniversitede geçirdikleri süreçte aylık çalışa süreleri 300-400 saati buluyor. Çalışma koşulları düzenlenmeli, siyasi iradeden beklentiler varken, çözülemeyeceği artık yerleşik bir hal almışken vede artık umutları tükenmişken. Tabipler birliğinin kayıtlarına görü son bir buçuk iki senelik sürede yaklaşık dokuz bine yakın hekim ülkeyi terketti. Bu terkeden kişilerin büyük bir kısmı konvertibl insanlar. Yani her hekim dışarı gidemez. Önce dilinin olması, Türkiye´nin en iyi fakültelerinden mezun olması, gittiği yerde akredite olması lazım. Yani Türkiye´nin en kaymağınının üzerindeki tayfası gidiyor. Gitmeyenlerde ´acaba sitem düzelir mi, şu olur mu, bu olur mu´ diye izmele içinde. Bu mesleği icra edenler mutsuz. Bu meleği icra eden insanlar, bu ülkenin önemli bir üst tabakası ve yurt dışına gidiyor. Bu her halde sorun haline geldi ki, birileri ´giderse gitsinler´ yönünde laf edildi. Bu çok kırıcı bir laf ve bizi çok kırdı ama verilen vaadler tutulmadı ve toplum kutuplaştırıldı. Siyahı beyaza kırıp kavgalı hale getirdiler. Bir vatandaş olarak ´evet birilerinin gitmesi gerekiyor. Ama gitmesi gerekenler bu ülkenin kaynakaları beşli çete, müteaahhit adı altında onlara aktaranlardır. Gitmesi gerekenler, Montrö Sözleşmesini, Atatürk sevdasıyla savunan cezaevine atılan amiralleri cezaevinde yatıran yönetimdir. Gitmesi gerekenler dünyanın hiç bir yerinde olmayan ekonomi modelinin ´ben ekonomistim´ yaklaşımıyla uygulamaya çalışan ve bütün halk yığınlarını yoksulluğa bırakanlardır. Gitmesi gerekenler, ülkenin iyi kötü giden laik eğitim sistemini çağ dışı bir karanlığa teslim edenlerdir. Ülkenin kendine yeten tarım düzenini, bazı insanları zengin etme uğruna yaptıkları politikalarıyla ülkeyi aç bırakma noktasına getirenlerdir. Gideceklerdir bunlar. Biz ülkemizdeyiz. Ülkemizde aldığımız eğitimin gereğini yapacağız. Halkımıza hizmet etmeye devam edeceğiz. ´Giderlerse gitsinler´ diyenlerin gerekçesi şuydu; ´Biz onları büyütüyoruz eğitiyoruz, falan filan´. Ben, anam babam dışında kimseden bir katkı görmeden okudum. Devletin hiç bir yurdunda bir gün bile kalmadım. Kıt kanaat geçinen bir öğretmenin çocuğuyum ve kendi imkanlarımla okudum. Okurken devletten kredi aldım, mezun olur olmaz faiziyle ödedim. Mecburi hizmetimi de Cizre´de, uzmanlık hizmetimi de Kilis´te yaptım. Dolayısıyla bizi okutan bir devlet yok.'