Tarih: 28.04.2022 10:13

'Yazarın tarihe tanıklığı, sorumluluğudur'

Facebook Twitter Linked-in

Nesrin Geyik/İskenderun

Eğitimci-yazar Bilsen Başaran da edebiyatın sadece bir söz dizisinden ibaret olmadığını, aynı zamanda tarihe tanıklık ettiğini söyledi.
Kentte faaliyet gösteren İskenderun Ayna Kültür ve Sanat Derneği ve Evimiz İskenderun Süpürge Derneğinin işbirliğiyle düzenlenen geleneksel Çarşamba Sohbetinin konukları olan Seval Arslan ve Bilsen Başaran, katılımcılarla söyleşti. Dernek binasındakin etkinliğe çak sayıda sanatsever, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Barış Atay Mengüllüoğlu da katıldı.

'Oysa kadın ve şair hep birlikte gelmiştir'
Yazar Seval Arslan, şöyle konuştu: 'Her ne kadar ´adımız yok´ desek de, Duygu Asena´nın ´Kadının adı yok´ kitabında olduğu gibi hala kadının adı yok. Hiyararşik toplumlarda, ataerkil toplumların İslami coğrafyada bu daha çok net. Baskıcı erkek egemen toplumda, kadın hep ötelenmekte. Oysa uygarlıkların kuruluşundan beri kadınlar her zaman için tarlada, fabrikada, alanlarda, evde her yerde ve ev düzeninde her zaman yapıcıdır. Aslında insanoğlunun beş bin yıllık şiir geleneğinden bahsediliyor. Burada en çok Ekişnugal tapınağında Enheduannanın ilk kadın şair olduğunu görüyoruz. Mezopotamyada iştah için Babil´de Asur´un nehirleri çok uzun şiirlerdir, zaten. Dudaklar bal tadındadır, ağzıysa yaşam gülüşler açar görünüşünde görkemli mücevherler durur başında en güzel renklerle. Antik yunanda Midilli´de safaoyu görürürüz. Safonunda günümüze kadar olan şiirleri görürüz. Osmanlı´da Mihri Hatun´u görürüz. O dönemde ilk başkaldıran kadın şairlerdir. Ana gizlilik ekseninde kadın şair olmasına yada kadın özne olmasına rağmen neden bizde kadın şair sayısı azdır?

Oysa kadın ve şair hep birlikte gelmişlerdir. Ben de hep düşünmüşümdür, kadın ve şiir hep bir arada gelmiştir. Şiiri erkeğe yazdıran da o kadına duyulan aşktır, aslında. Kadın dili, erkek dili diye, eril dil, dişi dil diye. Çünkü, Gülten Akın, şiirin dişil olduğundan bahsediyor. Evet, aslında katılıyorum. Kadına şiddete feodal düzene, başkaldırmayı öğreten bir yerde zulümleri, feminist anlayışı yayan sessiz çığlığın olması. Ne yazık ki günümüzde çokta fazla kadın şairin neden olmadığı sorgulandığında, Karacaoğlan´ının şiirlerine baktığımızda kadının dudağını kaşını gözünü Behçet Necatigil´in bir Nilüfer şiirini okuduğumuzda ne kadar etkileniriz. Hele ki o şiirin öyküsünü bildiğimizde o şiiri çok daha farklı okuruz. Nazım Hikmet´in Pirayeye yazdığı şiirler var örneğin.'

'Yönetenler bazı olayları halının altına süpürür'
Antakya´ya Expo 2021 fuar kapsamında edebiyat bölümünde konuk olarak davet edildiğini anlatan azar Bilsen Başaran da, 'Edebiyatın ve yazarın çağına tanıklığı ve sorumluluğu. Kitaplar sözün hazineleridir, diyoruz ama sözün uçup, yazının kaldığı dünyada, elbette kitaplar geçmişten geleceğe toplumun değer yargılarını vicdanı adaleti sorguyu taşıyan der yargıları ile tanımlanabilir' dedi. İnsanların topluluk halinde yaşadıkları yerlerde bir de yönetenlerin bulunduğunu anımsatan Başaran, şöyle konuştu: 'Yönetenler resmi tarihi kendi kalıplarının içine sokmak için bazı olayları halıların altına süpürür, bazı olayları sorgulatmazlar. Sorgulayanları zulmün içinden geçirirler. Bazi olayları unuttururlar. Hayat boyu, çağlar boyu yaşanan bir çok olay eğer edebiyata kalıp değiştirerek eğer edebiyatın içine girmemişse unutulur gider. Eğer bir yazar kendi yaşadığı toplumun sorumluluğunu taşımadan yazıyorsa, aşktan öteye geçemez. Elbette aşkta değerlidir. Aşka tanıklık kişiseldir ama toplumsal yargılamalara tanıkılık çok daha toplumsal bir yerden bakmayı gerektirir. Örneğin Maraş olaylarıyla ilgili iki cilt kitabı yazdığım zaman yaptığım araştırmaların başında şunu demiştim, 19 Aralık 1978´de Maraş katliamı yaşandığında ben 12 Aralıkta evlendim. Kız çocuğumu dünyaya getirmiştim. Bir haftalık lohusaydım sütümü kaybettim. Büyük acılardan geçtim. Aaslında Maraşlı değildim. ama inancı gereği dünyanın bütün halklarının barış ve kardeşlik içinde kıyımsız katliamsız yaşamalarını savunan dünyaya sevgi penceresinden bakmaya amaç edinmiş bir yazardım. Birinci kitap çıktıktan sonra çok büyük ses geldi. Özellikle Alevi platformlarından, insan hakları derneklerinden, arkasından bana Maraş´tan çok büyük saldırılar gerçekleşti. Denildi ki, Aleviler birbirlerini katlettiler. Solcular bir araya geldiler, birbirlerini katlettiler, bizim üstümüze attılar. Onların savunması buydu. Ben ikinci bir kez 16 yıl sonra Maraş katliamı ile ilgili bütün belgeleri bir araya getirip, Maraş´ta kan sesleri diye ikinci kitabımı çıkarmak zorunda kaldım. İyi ki çalışmışım üstünde her bir olayı yaşayan kişiler üstünden değil, olaya tanıklık eden emniyet müdürleri jandarma komutanları hastane başhekimleri, doktorlar, morg görevlileri ve diğer eleman üzerinde gerçekleştirdim. Maraş olaylarını ben yazmamış olsaydım, savunmaları resmi belgelerde de aynı şekilde anlatılıyordu' şeklinde konuştu.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —