23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, geçmiş zamanlarda çocuklar için ne ifade ediyordu? Nasıl kutluyorlardı veya kutlamak istiyorlardı? O dönemlerde ilkokul öğrencisi olan bir kız çocuğunun, bayram özlemiyle birlikte, diğer çocuklarla aynı fırsatlara sahip olamamanın burukluğu içinde geçirdiği bayramlar…
1970’li yıllarda ilkokula başladığında öyle sıska bir çocuktu ki, üzerinde önlüğü olmasa, okul çocuğu olduğuna kimse inanmazdı.
Bayramlar, onun için çok özeldi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın önemi ise apayrıydı. Her yıl o günün gelmesini iple çekerdi. Her bayram olduğu gibi, ezberlemesi için yine öğretmeni ona bir şiir verecekti. Çoğu sabah, andımızı da ona okuturlardı. Bu, onun için gurur verici, çok sevdiği bir etkinlikti.
Birinci sınıfı, o güne kadar köyün tek okulu olan Barbaros İlkokulunda okuduktan sonra, mahallesine yeni yapılan 3-4 sınıflı küçücük okula kaydı yapılmıştı. Bundan sonraki eğitim yuvası Çaylı Yavuz Selim İlkokulu olacaktı. Birinci sınıfı okutan Elif öğretmenle çok iyi anlaşmışlar, aralarında güçlü bağ oluşmuştu bu yüzden okulundan ayrılmayı hiç istemiyordu. Sınıfta şarkılar, türküler söyleyip oyunlar oynarken, öğretmenin ona mutlaka görev veriyor olması aralarındaki bağı daha da güçlendirmişti. Öyle ki, aradan 50 yıl geçtikten sonra bile, öğretmeninin izini bulup aradığında, yaşı epeyce ilerlemiş olan Elif öğretmen, hafızasını zorlamadan kendisini hatırlamıştı.
Yeni öğretmenleri, iki kız kardeşti ve ilk görev yerleri olarak bu okula atanmışlardı. Cana yakın, güler yüzlü kardeşlerin şaşkınlıkları gözden kaçmıyordu. Belli ki, hayal ettikleri gibi değildi geldikleri okul.
Öğretmen yetersiz, sınıf yetersiz, alet edevat yok. Böyle bir okul kimin hayali olabilirdi? Hal böyle olunca, bayramlar okulda yapılan küçük bir törenle geçiştirilirdi. Okul müdürünün yaptığı konuşmadan sonra 3-5 öğrenci şiir okuyor ve tören bitiyordu. Köy okulları ilçedeki bayrama neden katılmıyordu acaba? Bu ne kadar da muhteşem olurdu diye geçirdi içinden. İlçedeki bayram törenlerinde en çok sevdiği şey trampet takımlarıydı. Onların törenlerde trampetlerini çalarak yürümelerine imrenirdi. Zaten okullarında olsa da onu gruba alırlar mıydı ki? “Baksana,” dedi kendi kendine, okulun en uzun, en büyük öğrencilerini seçiyorlar takıma.
Köy okulunda bayram biter bitmez, ilçedeki bayrama yetişmek için koşturmaca başlar ve o küçücük bedenler, iki üç kilometreyi sevinçle yürüyerek katederdi. İlçede bayram kutlamaları, top sahasında yapıldığından, bütün okulların öğrencileri, ikili sıra halinde, öğretmenleri eşliğinde alana doluşurdu.
Köy okulundan bayram yerine giden çocuklar tören alanında kendilerine uygun yer aranırken, alanı dolduran öğrencilerin rengarenk görüntüsü karşısında küçük kız büyülenmişçesine seyre dalardı.
Trampet, davul ve zil seslerinin arasında, seyyar satıcıların boğuk sesleri, fonda ise hepsini bastıran, kuş cıvıltısını andıran çocuk sesleri bayram sonuna kadar kesilmezdi. Bugüne de onların sesi yakışırdı zaten.
Külkedisi ve prenses kostümüyle boy gösterenler, halk oyunları oynayan köylü kızları, şifon ve tüllerle süslenmiş kıyafetleri içindeki çocuklar ve ay yıldızlı bayraklarla bezenmiş, gelincik tarlasına dönüşen meydanda bir masalın içine düşmüş yabancı biriydi sanki… O, çocukluğun saflığıyla içinde yaşadığı özlemlere rağmen, hiçbir şeye takılıp kalmadan, günün tadını çıkarır ve doyasıya eğlenirdi…