Mehtap Sert


6 ŞUBAT’I HATIRLA

Mehtap SERT


Yaratıcının ölümü önce dağlara verdiği söylenir. Dağlar bu acıyı taşıyamamış, yıkılmış. Ardından nehirlere vermiş, nehirler ağlamaktan kurumuş. Sonra rüzgâra vermiş, rüzgâr da hiç durmadan esip tüketmiş kendini. İnsana vermiş, insan ilk anda ölümün verdiği acı ile üzüntüden kahrolmuş, ancak köşeden çıkan fareye gülmüş. Anlaşılmış ki insan acıya dayanabiliyor. Çünkü insanın doğasında yaşamı devam ettirme isteği ve gücü var. Deprem bölgesinde de insanlar yaşama tutunmak, değiştirmek, düzeltmek, devamlılığı sağlamak istiyor.  

Peki siyasi iktidar ne istiyor?

Ocağın son haftasında toplu konutlar için kura çekimi yapıldı 201 bin konut için yapılan kura çekiminde Hatay’a düşen rakam 45 bin. Bu konutların yolu, suyu, elektriği, ince işçiliği yapılmadan Çevre şehircilik Bakanlığı kura çekimini tamamladı. Bunun anlamı kadına düşen ev içi bakım yükümlülüğünün artması demektir. Ülkemizde medeni kanuna rağmen toplumsal kodlar, ataerkil aile ilişkileri günlük yaşam aktivitelerini yerine getiremeyen yaşlı, çocuk, hasta gibi bireylere yönelik desteği kadına yüklemektedir. Depremin ilk gününden itibaren kadınların bakım yükümlülüğü koşulların zorluğu ile katlanarak arttı. Var olan sistemin yetersizliği, geçen iki yıla rağmen yetmezliğinde hiçbir değişiklik olmaması da kadını kamusal alandan neredeyse sildi. 

Depremde, afet dönemlerinde afet sırasında ve sonrasında yaşamın devamlılığı için ne yapılması gerektiğine dair bir düzenleme olmadığını gördük. Yaşanan yıkım ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikalarının kayıpları artırdığını afeti katliama dönüştürdüğünü gördük. Buna rağmen hala kamu arazileri, orman, otlak, mera ve tarım arazileri, kıyılar gibi tüm kırsal ve kentsel alanları yağmalamaya devam ediyoruz. Yapılan toplu konutların hiçbirini insan odaklı yapmadan teslim ediyoruz. Şehir planlaması ve mimari gözetmeden yapılan konutlarda ulaşım sorunu kadının sorunu oluyor.  Toplu konutların belli bir konfora sahip olmaması yine kadınlar için ekstra yük oluyor. Su taşıyarak elde çamaşır yıkayan bir erkek gerçekliği olmadığını hepimiz biliyoruz. Var olan bakım yükümlülüğüne eklenen koşullar ile kadın kaçınılmaz olarak eve hapsoluyor. Eve hapsoldukça yoksullaşıyor. Yoksullaştıkça toplumsal cinsiyet eşitsizliği erkek lehine artıyor. Erkek şiddeti kendine meşru alanlar yaratıyor.

Depremden günümüze geçen iki yılda adalet bakanlığı bölgede kadına yönelik şiddete dair hiçbir veri paylaşmıyor. Şiddet başvurusu için korunaklı alanların taleplere ne kadar karşılık verdiğine dair bir veride yok. 6284 sayılı kanundan kaynaklı kaç başvuru tebligat sorunundan kaynaklı yapılamadı? Yapılamayan tebligatlar için bir çözüm üretildi mi? Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde verilerle konuşamıyor olma hali de başka bir sıkıntı. İktidarın kadınlarla ilgili sıkıntıları çözmek için bir çaba gösterememe hali de sıkıntı. Kadınlar şiddet durumunda hala birçok kuruma ulaşamıyor. Aile ve Sosyal politikalar bakanlığı kadınların başvurularını kolaylaştıracak mekanizmalar geliştirmiyor. Güvenli alanlar oluşturulmadığı için şiddete maruz kalan şiddet faili ile birlikte yaşamaya devam ediyor. Depremin zaten mağdur ettiği kadınların gördüğü şiddeti meşrulaştırmak, kadını avantajsız hale getirerek başka gruplara bu şiddeti uygulamak için alan yaratmak siyasi iktidarın hedefi. 

Depremin ikinci yılında siyasi iktidardan kadınların beklediği yol haritası toplumsal cinsiyet eşitliği gözeten çözümler üretmesidir. Kadın yoksulluğunu derinleştiren, bakım yükümlülüğünü artıran politikalarından vazgeçmesidir.