İnsanın güzel özelliklerinden biridir vefa. Hayattayken insanın, hayvanın ve bitkinin değerini bilmek, vefanın temelini oluşturur. Bu bilinçle yaşamının yol haritasını çizen insanlar, kaybettikleri değerler için de vefalıdırlar. Onların ölüm yıldönümlerinde mezarları başında, evlerde, alanlarda yapılan anmalar, vefa duygusunun dışavurumudur.
6 ve 20 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay’ın Antakya, Defne, Kırıkhan, Samandağ, İskenderun ve Arsuz ilçeleri başta olmak üzere tüm deprem bölgesinde kaybettiğimiz canları anmak ve bir daha bu acıyı yaşamamak için sesini duyurmak isteyen halkımız 04.17’de sokaklarda, meydanlardaydılar. “Sesimizi duyan var mı?” ile başlayıp “Ma rihna nihna hon!” (Gitmedik, buradayız!)’la biten haykırışlar, depremin 2. yıldönümünde depremzedelerin yağma ve yıkım düzenine karşı duruşunun ifadesiydi. Bu haykırışa Ankara’dan gelen dört Hataylı olarak eşlik etmenin onurunu paylaştık. Zeynel Korkmaz, M. Aybars Akdoğan, Neslihan Doğulu ve ben, dünyanın neresinde olursa olsun insana ve doğaya zarar veren, binlerce yıllık mücadeleyle insanlığın kazanımları haline gelen beslenme, barınma, sağlık, eğitim ve güvenlik haklarımıza yapılan saldırılara karşı “direnme hakkı”nın vazgeçilmez olduğunu savunanlar olarak 15 Mart’ta Ankara’da yapılacak “DİRENME HAKKI KONFERANSI”mızın alandaki ilk örneğini göstermenin heyecanını da yaşadık.
Kadim kentimiz Antakya’ya 5 Şubat sabahı çevre yolundan girdiğimizde yol-köprü çalışması nedeniyle 2 dakikada alacağımız yolu milimetrik ilerlemeyle 20 dakikada gidebildik. Kentimizin üzerindeki toz bulutu, Asi Nehri’nden gelen sazak havasıyla bütünleşince âdeta yoğun sis haline dönüşmüştü. Serinyol’dan Samandağı’na kadar yolun her iki yanında aralıklı “konteyner kentler”de yaşayan depremzedelerin iki yıldır bu havayı soluduğunu düşününce isyan duygularım kabardı. İki yıldır aralıklı on kezdir birkaç günlüğüne gelmeme karşı Hatay’ımıza, buradan ayrıldığımda sağlığımın bozulduğunu, nefes almakta zorlanmamdan anlıyordum. Bu güzelim toprakların insanlarını toza, asbeste boğanların hiç mi vicdanları yok, diye düşünülebilir. Oysa kapitalist toplumda her şeyi sömürü aracına dönüştüren sermaye sınıfının sürekli kâr sağlamak, büyümek gibi temel özelliğini dikkate aldığımızda konunun vicdanla hiçbir ilgisinin olmayacağı apaçık ortadadır. Türkiye sermaye sınıfı içinde inşaat sektörüyle palazlanan firmaların amacı, depremden sonra yıkım ve enkaz kaldırma yanında konutların, işyerlerinin ve sosyal tesislerin yapımından büyük kârlar elde etmektir. Dolayısıyla bu işleri yaparken ortaya çıkan toplum sağlığına, doğadaki hayvan ve bitki türlerinin yaşamına, toprağın ve suların temizliğine aykırı uygulamalar nedeniyle hesap sorulmadığı da görüldü. Sadece Hatay’da depremden sonra 60 civarında açılan taş ocağı ve beton santrallerinden 8’inin kalitesiz beton ürettikleri için ceza aldı. Peki, bu firmaların betonlarının kullanıldığı inşaatlar ne olacak? Bununla ilgili nasıl bir işlem yapılacağı şu ana kadar kamuoyuna açıklanmış değil. Depremzedelerin yaşam hakkını tehlikeye sokacak bu durumun bir an önce açıklığa kavuşturulmasını depremzedeler istiyor.
6 Şubat sabahı 03.00’te ayağa kalkarak iki yıl önce kaybettiğimiz canları anmak için sokaklara, caddelere dökülen Antakyalılarla önce Necmi Asfuroğlu Anadolu Lisesi önünde buluştuk. Buradan binlerce insanla Uğur Mumcu Meydanı’na yürüdük. Her yaştan insanın büyük bir acı ve öfkeyle sesini yükselttiği meydanda bir yanımda omuzunda çocuğuyla duran baba, diğer yanımda filmleriyle Hatay’ımızı dünyaya tanıtan yönetmen-senarist ve oyuncu Prof. Semir Aslanyürek vardı. Defne Halk Temsilcileri Meclisi sözcüsü Hizam Hasırcı, TÖB-SEN Genel Başkanı Deniz Ezer tanıdığım konuşmacılardı. 04.17’de yapılan saygı duruşundan sonra içeriği güçlü bir basın açıklaması okundu. Depremle ilgili kaleme alınan şiir dile getirildi. Bu yürüyüş ve anmayı düzenleyenler, dayanışmayı öne çıkardılar. Biz; altı kurumun bir araya gelerek oluşturdukları bu dayanışmanın, Antakya ve diğer tüm deprem bölgesindeki sendika, dernek, oda ve platformların ortak taleplerle birlikte hareket etmeye dönüşmesini istiyoruz. O zaman depremzedelere, kadim kentlerimize, verimli topraklarımıza yapılan yanlışların önüne geçmek kolaylaşacaktır.
M. Aybars Akdoğan, Neslihan Doğulu, Zeynel Korkmaz dostlarımla birlikte yıkılan valilik binasının önüne geldik. Buradan Köprübaşı’na doğru yürüyüşe geçtiğimizde her taraftan insanların mahallelerine dönmek üzere harekete geçtiğine tanık olduk. Beni gazeteci sanan bir depremzede kadın, “Akşam 20.00’den beri bizi Vali Göbeği’nde (Vali Ürgen Alanı) bizi beklettiler. 04.30’a kadar Köprübaşı’na gelmemizi engellediler. Depremde bize yardıma gelmeyenler, şimdi de yürümemize engel oluyorlar. Onlar kaybedecek.” dedi. Sanıyorum anma törenlerinde verilmek istenen mesajı, bu depremzede kadının son cümlesi veriyordu. İşte bu kadın gibi kentine, geleceğine sahip çıkan insanları her zaman anmamız gerekirken, depremzedelerin acılarına bile saygı duymayanları hiçbir zaman anmamalıyız.