Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığın en yakın olduğu zamandır. Her güne bir ya da birden fazla kadın katliamı ile uyanıyoruz. Şiddet verileri gittikçe artıyor. Her iki dakikada bir kadın kades uygulamasına şiddet bildiriminde bulunuyor. İstanbul sözleşmesi gibi kadın kazanımları elimizden alındı. Medeni kanun, 6284 sayılı yasa, nafaka hakkı tartışılıyor. Kadının soyadı hakkı anayasa mahkemesi kararına rağmen uygulanmıyor. Şiddet erkek-devlet gücüyle acımasızca kadını kamusal alandan yok etmeyi hedefliyor. Ancak devletin tüm güç aygıtları ile uyguladığı şiddete, her türlü yokluğa, yoksunluğa inat büyüyen, direnen, yeni mücadele alanları yaratan bir kadın hareketi var. Kadınlar mücadele alanlarında aydınlığın umudunu büyütüyor. Hayatın içinde, medyada, kurumlarda toplumsal cinsiyet eşitliği baskısı oluşturuyor. Birçok alanda eril şiddet eskisi kadar kolay yol bulamıyor. İyi bir şeyler olmasa da olacak iyi şeyler için adımlar atılıyor.
İlk adımlardan biri Hatay Barosunun 13 Ekim Pazar günü yapılan seçimleri idi. Seçimi Av Hatay Tut kazandı. Üç adayın yarıştığı seçimde adaylardan birinin yönetim kurulunda iki, diğerinin yönetim kurulunda üç kadın avukat yer alıyordu. Kazanan listede beş kadın avukat beş erkek avukat ipi göğüsledi. Vitrin tartışmaları altında seçimin kazananı kadınlar oldu. Kadın avukatlar açısından sonucu önemsiyoruz. Çünkü kadın avukatların sorunları da diğer emekçilerin sorunları gibi siyasi iktidarın tercihleri, eril yargı yanı sıra kadın emeğinin örgütsüzlüğünden kaynaklanmaktadır.
Kadına karşı ayrımcılıkla mücadelenin toplumsal yaşamda karşılık bulmasına neden olan yasalar 1979 yılında Birleşmiş Milletler, ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi ile hayat buldu. Sözleşmenin tarafı olmamıza rağmen 2005 yılına kadar temel yasalarda kadınlar birey olarak kabul edilmedi. Çalışan kadınların yaşadığı toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik, şiddet avukatlık mesleğinde de yakıcı bir sorun oldu.
Kadın avukatların yaşadıkları sorunlar sadece sınıfsal kimliğiyle ilgilide olmayabiliyor. Bağlı çalışan kadın avukatlar gibi kendi bürosuna sahip kadınlarda mesleğini yaparken benzer şiddete maruz kalabiliyor. Siyasi iktidarın kadını kamusal alandan görünmez kılma çabaları toplumun benzer kesimi yargıda da karşılık buluyor. “Şehir dışında hacze gidecek erkek avukat aranıyor” gibi iş ilanları, kadınlar ceza avukatlığından anlamaz, alacağımı bir erkek tahsil eder, çocuk doğurur, evlenir gibi önyargılar aslında aynı eğitimi alan kadın/erkek arasındaki kariyeri kadın lehine değersizleştiriyor. Kıdem, liyakat gözetilmeden cinsiyetten kaynaklı hiyerarşik bir ilişki oluşturuluyor. Toplumsal rollere göre kadın avukatlara iş bölümü yapılıyor. Birçok büroda kadın avukata çay, kahve yaptırılıyor. Temizlikle ilgilenmek zorunda bırakılıyor. Kurumlarda iş yapmak için bakımlı olması şartı aranıyor. Kadın avukat sosyal ve ekonomik anlamda zayıf bir konuma sahip olduğunda güç, iktidar sahibi konum, kıdem, para ile kadın avukat üzerinde tahakküm kurmayı kendinde hak olarak görüyor. Kadın avukatlar, genel olarak emek sömürüsü, fazla mesai, fazla çalışma, değersiz, niteliksiz işler yapma gibi sorunlar yaşamanın yanı sıra kadın olmaktan kaynaklı cinsel taciz, cinsel saldırı vb. şiddet türlerine de maruz kalmaktadırlar Siyasi iktidarın savunmaya, vatandaşın hak arama özgürlüğüne dair saldırılarına kadınlar hem avukat olarak hem kadın olmak sıfatıyla maruz kalıyorlar.
Kadın avukatların yaşadığı erkek şiddeti toplumsal bir gerçeklik. Yargıda eşitlik için sadece hukuki eşitlik sağlamak yeterli değil. Aynı zamanda erkekleri dönüştürmekte gerekir. Hatay Barosu yönetim kurulunda beş kadının yer alıyor olması belki de bu dönüşümün ilk adımı. Biliyoruz ki Hatay’da bir baro var ve yönetim kurulu toplumsal cinsiyet eşitliğine gören bir yerde. Birlikte kazandık, birlikte yöneteceğiz şiarlarının takipçisi olacağız. Birlikte güçlüyüz.