Yıl 1960 kitaplarla yaşadığımız dönem, büyükşehirleri edebiyattan öğrendik ve tarih kokan İstanbul, Roma, Paris, Londra, Viyana, İsviçre Alpler, Zürih Tren Garı.
Neden Zürih Tren Garı? Çünkü Zürih Tren Garı tarihin sayfalarından bizlere büyük yolcuğu hatırlatıyor. Sovyet lideri Lenin, Zürih’ten devrimi yapmak için Petrograd’a koşarken dostlarına; ‘Arkadaşlar, belki okyanusta bir damlayız. Ama dünyanın dengesini biz değiştireceğiz’ demiştir.
1960 süreci ilk defa İstanbul’a annemle gittiğimde hayalimde olan İstanbul Haydarpaşa Tren Garında merdivenlerden inerken, gözlerim Kerime Nadir’in Hıçkırık kitabının geçtiği Çamlıca tepesini aradı. Sonra muhteşem Ayasofya, Topkapı, vapurla Sarayburnu önünde Mustafa Kemal’in anıtını selamladım.
İstanbul sanki bana neredeydin dostum şimdiye kadar, diye sitem etmiştir ve haklıydı.
İstanbul’daki evinde bizi ilgiyle karşılayan akrabamız, Falih Rıfkı Atay’ın Dünya gazetesinde çalışan Hayri Alpar, köşe yazarıydı. Ona, ilk defa İstanbul’a geldiğimizi, bana İstanbul’u tanımam için önce İstiklal Caddesi, sinemalar sonra Ses Tiyatrosu ve en önemlisi kırılan taş plaklarımın yerine yenilerini alabileceğim yerleri gezdirmesini söyledim. Hayri Bey; “Özellikle Çamlıca tepesine gideceğiz” dedi. Orda Nazım Hikmet’in yazdığı ’Senede bir gün’ kitabının geçtiği yerleri hep merak ederdim ve Şişli’de Atatürk Müzesi, Pera Palas oteli ve tarihi Elhamra sineması ile tüneldeki kitabevlerinin benim için önemli olduğunu söyledim. Akrabamız olan Hayri bey;
-Sadullah sen çok genç yaştasın ama, İstanbul’u iyi biliyorsun, dedi.
Taksim civarını gezerken Gezi Parkının giriş kapısındaki Atatürk ve eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün heykelleri kaldırılmıştı, 2. Dünya Savaşında 1939 – 1945 yılına kadar devam eden kanlı savaşta Türkiye Milli Şefi İsmet İnönü’nün başarılı dış politikası ile savaşın dışında kalmış fakat İsmet Paşanın ve Ulu Önder Atatürk’ün heykelleri artık yerinde yoktu.
Hayri Beyle gezerken İstiklal Caddesi’nde, Melek sinemasına yakın kaldırımda küçük masada oturan yaşlı bir adam eski sinema tarihi kartpostallarını satıyordu. Romeo-Julliet, Anna Karenina, Greta Garbo, Samson Dalila, Bağdat Hırsızı ve Kleopatra. Ayrıca 1934 yapımı Tarzan Newyork’ta filminin unutulmaz aktörü, Johnny Weissmuller’in kartpostalları için ne kadar sevinmiştim anlatamam.
Galatasaray Lisesi’nin yanındaki tarihi Markiz pastanesine girdik. O tarihi salon geçmişte politik aydınların uğrak yeriydi. Orhan Veli, Oktay Akbal, Cahide Sonku, Muhsin Ertuğrul, Adalet Cimcöz, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık Markiz pastanesinin müdavimleri idi.
1941 savaş yılları, çatışma bütün hızıyla devam etmekteydi. Sınır komşularımız Selanik ve Sofya, Hitler tarafından işgal edilmiş, Paris düşmüştü. Bu zor şartlar altında bile İstanbul evrensel bir şehir haline gelmiş, Batıdan kaçan bilim adamlarına sığınak olmuştu. Büyük kentlerde geceleri karartma uygulanıyor, şehirler gece karanlıkta.
Genelde Markiz ve Lebon pastanelerine gelen politik yazarlar ve sanatçılar İstanbul’u ne zaman bombalarlar diye tartışıyorlardı. Radyolar Cumhurbaşkanı İsmet Paşanın konuşmalarını vermekte, İnönü; “Kesin olarak savaşa katılmayacağız. Barış için mücadele edeceğiz. Vatandaşlarım rahat ve huzur içinde kalın” diyordu.
Bu arada Lebon pastanesinde politik kişiler bir misafir beklemekte. Beklenen kişi İsmail Cem’in babası İhsan İpekçi, Bursa cezaevinde Nazım Hikmet’i ziyaret etmekten gelmekte. Peki Nazım Hikmet İhsan İpekçi’yle dostluğu nereden kaynaklanmakta idi? Nazım Hikmet çok yönlü bir sanatçıdır. İpekçilerin film şirketlerinde çalışmakta. Film senaryosu hazırlamakta aynı zamanda çeviri yapmakta.
Bir ziyarette yanına gelen İhsan İpekçi’ye; İhsan, elimde hazır bir hikaye var; ’Senede bir gün’ ama ben yasaklıyım der. Bu kitabı yayınlamam mümkün değil, nasıl yayınlayabiliriz? İhsan; ‘Nazım, bu kitabı benim adıma İhsan Koza olarak bastırabiliriz’ der.
1947 yılı çocukluk yıllarım, bir gün İskenderun Halk sineması önünde bir film afişi gördüm; “Senede Bir Gün” filmin oyuncuları Cahide Sonku, Suavi Tedüş. annemle bu filmi seyrettik. Fakat yıllar geçti filmi hala unutamadım, sonra filmin aynı isimli kitabını aldım. Milliyet Sanat dergisi bir yazıda Nazım’ın senaryolarını yazdığı filmler arasında Şehvet kurbanı, Bataklık kızı Aysel ve Senede Bir Gün filmlerinin olduğunu yazdı. Anlıyoruz ki bu film senaryolarını İhsan Koza değil de Nazım Hikmet kaleme almıştı. Üstelik Lüküs Hayat operası Nazım ustanın eseriydi.
1940’lı yıllarda İstanbul bir dünya şehriydi. Örneğin Batıda yasaklanan Charlie Chaplin’in filmleri İstanbul Elhamra sinemasında gösterimdeydi. Yıllar sonra İstanbul Beyoğlu’ndaki kitapevleri kapanırken, İstanbul nasıl yeniden bir dünya şehri olacak acaba? 1960’larda başlayan ilk İstanbul gezimizi anılarımızda hala dün gibi yaşıyoruz