İlkbahar yeni doğuşun habercisi olup, nisan ve mayıs ayları çeşitli bitkilerin insanı adeta kuşatıp romantizme sürükler. Kırlara çıkıp geziler yapar, kırmızı gelincik tarlası her yerde karşınızdadır. Tabiat ananın insana cömertçe sunduğu zenginlik paha biçilmez değerdedir.
Genelde unutulmaz şiirler bahara yazılır.Tıpkı unutulmaz bestekar Dramalı Hasan’ın bestesi gibi;’Baharın gülleri açtı, yine mahsundur bu gönlüm, Etrafa neşeler saçtı, beyhude geçti şu ömrüm’
Aslında edebiyat dünyası, doğadan esinlendi. Bizler genelde gençliğe adım attığımız günlerde annemin okuduğu Kerime Nadir’in romanı Hıçkırık ve dönemin meşhur yazarı Turan Aziz Beler’in Sevda romanı bizim kuşağı büyülemişti.
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet gazetesi yazarı Metin Celal, Hıçkırık romanı ile ilgili Nazım Hikmet’in bir anısını anlatır; "Bir gün 1936 yılında Tan matbaasında Nazımın çalıştığı günlerde Kerime Nadir elinde bir dosya ile matbaaya gelir ve Nazım’a;’ Yeni bir aşk hikayesi yazdım, bunu roman olarak Tan Gazetesinde yayılayabilir misiniz?’der.
Hikayeyi gözden geçiren Nazım Usta, Kerime Nadir'e ‘Bu kitap çok uzun, romanın özünü bozmadan biraz kısaltalım ve kolay okunacak hale getirip yayınlayalım’.
Nazım Ustanın anlattığına göre Hıçkırık romanı günlük olarak arkası yarın şeklinde Tan gazetesinde çıktığında gazetenin satış miktarı ikiye katlanır. Süreç içinde roman birkaç defa yeni baskı yapar.
Kitap konu olarak İstanbul Çamlıca tepesinde bir köşkte geçer. Çocuk yaşta öksüz kalan Kenan, 12 yaşında yakın bir akrabasının yanına verilir. Çamlıca’da bir köşkte yaşayan ailenin genç kızı Nalan ise çok güzeldir. Zamanla büyüyen çocuklar gençliğe adım atar. Kenan evin güzel kızına ilgi duymaya başlar, yani sevdalanır. Henüz 17 yaşında olan Kenan’ın, Nalan’a olan ilgisi büyük bir sevdaya döner, ancak kız verem hastalığına yakalanmıştır ve Kenan’ın aşkına karşılık vermez.
Bir gün Nalan’ın öksürük krizinden sonra ağzından kan gelir ve Kenan onun ağır hasta olduğunu anlar. Nalan bu durumu fark eden Kenan’a ‘Görüyorsun ben ölüme gidiyorum, sen ise daha yaşamın ilk baharındasın. Lütfen bu Sevda’dan vazgeç’ der. Kenan ise şöyle der ’Sensiz bir hayat benim için ölüm demektir’.
Bunun üzerine Nalan’Bak Kenan beni iyi dinle, seninle aynı evde büyüdük, benim yüzümden acı çekmeni istemem, senin acı çekmene tahammül edemem’.
Kenan ’Nalan seni seviyorum, bunun dışında hiçbir şey düşünmüyorum’.
Hıçkırık kitabında genç Kenan’ın Nalan’a olan umutsuz sevdasına saygı duyulur. Acaba günümüzde bu tür aşklar yaşanır mı? Aklıma Fransız şairi Gabriel Duncan geldi. Büyük şair sanki Kenan’ın büyük aşkını yorumluyor; Evet ıstırap çekiyorum, böyle olmakla beraber seviyorum, başka bir arzum yok, eğer ondan haz almazsam ve bu aşk olmazsa hayatta hiçbir şeyim olmayacak.
Hıçkırık romanının ilk basımı 1936 olup 1970’e kadar 27 baskı yaptı.
Türk edebiyatı Tanzimat yeniliği içinde Fransız edebiyatından çok etkilendi. Örneğin Alexander Dumas’ın yazdığı Kamelyalı Kadın, Gustave Flaubert’in romanı Madam Bovary, Balzac’ın Vadideki Zambak yüzlerce yıldan beri bu klasikler bizim edebiyatımızı ve dünya edebiyatını etkiledi.
Örneğin Balzac’ın Vadideki Zambak romanı genç bir öğretmenin çok ilginç soylu bir aileye özel ders vermek için gelmesi ile başlar. Soylu kontes çocuklarına ve kocasına çok sadık. Genç öğretmenden Madam çok etkilenir, fakat eşine bağlılığından dolayı aşkını kalbine gömer ve öğretmenin aşkını ret eder.
Aslında bilim insanları bu konuda şöyle der; Aşk mantık kabul etmez, sevmek ve sevilmekte mantık arayanlar hayatı boyunca yalnız kalır.
Peki günümüzde neden eski görkemli sevdalar yok?
Aslında Latin harflerinin kabülü sonrası evrensel klasik romanların yazılması okuma alışkanlığı kazandırmada önemli katkısı oldu.
Standel’in Kırmızı ve Siyah romanı hala günümüzde aşılmış değil.
Genelde bir sorgulama yapmamız gerekir diye düşünüyorum.