Meral Tabakoğlu TOKSOY


Bir Bardak Su…

Meral Tabakoğlu TOKSOY


Öyle bir çarkın içine düştük ki sert bir kayaya denk gelip de bütün dişlileri darmadağın etmedikten sonra kurtuluş umudu yok. İnsanlıktan nasibini almayanlar için, “Sistem böyle, yapacak bir şey yok!” açıklaması, onların sığındığı en korunaklı liman. 

Sağlık sorunlarınız olup da hastanelere yolunuz düştüğünde sizler de benzerlerini yaşıyorsunuz mutlaka. Önce, randevu almak için günlerce telefon açacaksınız. En erken alınan randevu 15 gün sonrasına. (Büyük şehirlerde yaşayanlara göre bu çok kısa bir süre. Varın gerisini hesaplayın.)  Durumunuz inşallah acil değildir de o güne kadar dayanabilirsiniz. Süre doldu ve doktorunuza muayene oldunuz diyelim. Çekilecek mr, ultrason, endoskopi, kolonoskopi veya fizik tedavi gibi işlemler gerekiyorsa yine gün alacaksınız. Randevusuz olmaz tabi ki ama bu sefer verilen günler, bir ay sonraya olursa çok şanslısınız demektir. Ben Devlet Hastanesinde bir dahiliye doktoruna randevu almıştım. İznini almış olsaydım adını yazmayı çok isterdim. Gerçekten az rastlanan doktorlardan demeyeceğim, az rastlanan insanlardan. Öylesine sabırlı, özverili ve anlayışlı… Dilerim bu şartlar o ve onun gibilerinin sabrını taşırmaz. Ondan sonraki gitmelerime randevu almama gerek kalmadan her gittiğimde kaydımı aldı. İlk olarak ilaçlı tomografi çektirmemi istemişti, Allah var, ertesi günü filmim çekildi ama bu defa da raporunun çıkması için 15 gün beklemek durumunda kaldım. Kadın Doğum, Genel Cerrah derken, şükürler olsun ki bu arada karın ağrım da geçmişti. 

Şimdi de yıllar önce yaşayıp atlattığım, reflüden dolayı Gastroentoloji’ye gitmem gerekiyordu. Ama dahiliye doktoru onaylamadan oradan randevu alınmıyor. Gidenler biliyordur. Sağ olsun, bahsettiğim dahiliye doktoru beni oraya yönlendirmişti zaten. 

Yönlendirdi ama, 182’den randevu almayı becerebilmek işin en zor kısımlarından biri.  182’yi arayıp Gastroentoloji için randevu istediğinizde; genel olarak aldığınız cevap şu oluyor: “Şu an kayıtlar kapalı. Önümüzdeki 20 gün dolu. Açıldığı an randevu almanız gerekiyor ama ne zaman açılacağını da bilmiyor. Sık sık arayın diye öneride bulunuluyor.
Bunlar işinize gelmiyorsa, bekleyecek durumda değilseniz özel hastanelere koşuyorsunuz. Sanıyorsunuz ki burada rahatça derdimi anlatır dermanımı bulurum… Artık ticarethaneye dönen bu hastanelerde de doktor kapılarında yine devlet hastanelerini aratmayan kuyruklar ve neredeyse 5 dakikayı geçmeyen muayeneler… 

Vee en can alıcı bölüm. İnsanın canını alırcasına cep yakan ücretler. Tek muayene ücretiyle kalsa öpüp başına koyarsın. İstenen tetkikler muayene ücretini kat kat aşıyor. Profesör’ün: “İki dakika sürüyor.” dediği endoskopi (Mideye hortum atılması) için 7800 TL ücret istenmesini akıl almıyor. Gerçi kolonoskopi için istenen 17 bin TL’nin yanında bu çok makul kalıyor…

Öksürüklerim artmış, boğazım çatlak, göğsümün ortasında zaman zaman hissettiğim ağrı, halsizlik ve sesimin rengi değişmiş bir haldeyken, kentimizdeki özel hastanelerden birinde, profesör’ün karşısında buluyorum kendimi. Durumumu anlatmaya başlıyorum. Yıllar önce “reflü” atağı geçirdiğimi ama uzun zamandır böyle bir sorunum olmadığını anlatırken, boğazımdaki gıcıktan dolayı su içme ihtiyacı hissediyorum. (Aksi gibi çantamdan eksik etmediğim suyu da almamışım.) Odada sağa sola bakınırken, sekreterin arkasındaki su sebilini görüyorum ve: “Biraz su alabilir miyim?” diye soruyorum. Doktor hiç tepki vermezken, Hanımefendi ise lakayt bir tavırla: “Bardağımız yok!” diyor. 

Aklıma öyle çok şey geliyor ki… Ama hangisini, ne söylemem gerektiğini bilemiyorum. Hiç hazırlıksız yakalanmıştım ve gerçekten tartışmaya girecek halde değildim. Yine de aptalca bile olsa, herhangi bir şey söylemek tepkisiz kalmaktan çok iyi olacaktı. 

İki bine yakın verdiğim muayene ücreti gözüme görünmedi de insana verilmeyen değer canımı çok acıttı.

Bir bardak su değildi mesele. Merhamet ve insanlık, o bir bardak suda boğulmuştu…