Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin genel ilkelerinde “Çocuğun Yüksek Yararı” ilkesini düzenlemiştir. İlke “çocuğu ilgilendiren her durumda ve her kararda mutlaka çocuk için mümkün olan en iyi çözüm tercih edilmelidir “şeklinde bir çerçeve çizmektedir. Türkiye söz konusu sözleşmeye üye ülkelerden biridir.
Toplumda genel olarak hukuka bir güvensizlik durumu hâkim. Suçlular adliyenin ön kapısından girip arka kapısından çıkıyor genel geçer bir ön yargı haline dönüştü. Aslında metinlerde toplumsal düzene uygun, adil yasalar olmasına rağmen pratikte aynı sonuç elde edilemiyor. Ben bu yüzden size yasa ve sözleşmelere rağmen pratikte nasıl bir mağduriyet yaratıldığının örneğini anlatmak istiyorum.
2019 yılının ocak ayında ödev yapmadığı gerekçesi ile Mertcan Öz, babası tarafından elektrik süpürgesinin sopası ile katledildi. Geriye küçük Y. T. kaldı. Babasının vahşi eylemine Y. T. tanıklık etti. Ancak tüm bu travmaya rağmen devlet, çocuğun üstün yararını gözeterek kamu düzeninden sayıp babayla şahsi ilişkisini sınırlamadı. Bunun için dava açmak zorunda bırakıldı. Bir yıl süren velayet değişikliği davasında dava süresince velayet kardeş katili babada kaldı. Davanın esasını ilgilendirdiği için tedbiren velayet de anneye verilmedi. Kardeşinin acı ölümüne tanıklık yapan küçük, yasal boşluklarla tehdit edilerek, babanın aile fertleri tarafından baba ile görüştürüldü.
Okula başlaması ile babasının soyadını taşıyor olma hali çocukta başka bir travmaya neden oldu. Velayet değişikliği esnasında ağır ceza henüz karar vermediği için soyadı değişikliği için dava yerel mahkemenin karar vermesi ile açılabildi. Yani 2019 yılının aralık ayında. Yerel mahkeme çocukla yapılan görüşmeler neticesinde soyadı değişikliğini uygun buldu ve küçük, annenin soyadını taşımaya başladı. Elbette bu yargılamanın makul bir süresi vardı. Makul olmayan bundan sonraki süreçti. Dosya istinafa gitti. Bu arada okulda karar kesinleşmediği için halen babanın soyadını kullanmaya devam etti. Öğretmenler tarafından bu soy isimle çağrıldı ve arkadaşları öğrendi. 2024 yılında dosya istinaftan geldi ve onandı. Küçüğün soyadı böylelikle kesinleşti. Defalarca dilekçe verilmesine rağmen yargı öncelikli iş tanımlayıp süreci hızlandırmadı.
İmzacısı olduğumuz uluslararası sözleşmeler, medeni kanun, çocuğun üstün yararı diyor. Ama hukuk pratiği diyor mu?
Siz küçük bir çocuğun gözlerinde babasının adını ya da soyadını duyduğunda ölüm korkusunu gördünüz mü hiç?
Ben gördüm.
Kapıya doğru biri geliyor mu diye tedirgin bakışlarını tanıyorum.
Çalışan elektrik süpürgesi sesinde yerinden sıçradığını biliyorum.
Y. T.’nin baba ile hukuki tüm bağlarını koparana kadar onun kafasına kaç kere elektrik sopasıyla vurduk biliyor musunuz? Defalarca. Ama günün sonunda biz kağıt üzerinde çocuğun üstün yararını, kamu düzenini gözettik.
Elbette bu tür düzenlemelerin yasal olmasını savunuyorum. Aldığım eğitim bunun üzerine. Ancak yıllara yayılan bir hukuk mücadelesini kabul etmem mümkün değil.
Çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir. Hedef onun güvende, mutlu, aidiyet duygusuna sahip olmasıdır. Yasal prosedür ile travmasının tetiklenmesi değildir.
O halde ne yapmalı? Küçüğün katil ebeveyn ile şahsi ilişkisi kısıtlanırken yasa uygulayıcının bir katilin çocuğu olmanın ne olduğunu bilecek yaşam deneyimine sahip olması gerekir. Aksi takdirde yargılamanın yıllara yayılması kaçınılmaz olacaktır. Kanun koyucu da spesifik durumlar için hızlı çözüm üreten usul kanunları üretmelidir. Mesela hedef süre 90 gün itiraz yolu kapalı gibi. Aile yılında siyasi iktidarın beklentisi çocuğun üstün yararını gözetmek değil elbette. Ama bizim beklentimiz bu yönde. Mücadelemizde bu yönde.